- Indico style
- Indico style - inline minutes
- Indico style - numbered
- Indico style - numbered + minutes
- Indico Weeks View
Congist’24
Social Sciences and Artificial Intelligence: Theory and Practice
Date: December 18-20, 2024
Location: Istanbul University Faculty of Letters
Organizers:
Istanbul University Faculty of Letters
Erasmus University Rotterdam School of Philosophy (Scientific Partner Institution)
The III. International Social Sciences Congress of the Faculty of Letters Congist’24, titled “Social Sciences and Artificial Intelligence: Theory and Practice,” will be held on
December 18-20, 2024. This year, the theme of Congist’24 will explore the relationship between artificial intelligence and social sciences, with a pioneering institute on AI research Erasmus University Rotterdam School of Philosophy as our partner institution. In today’s world, the use of AI influences various aspects of our lives and directly reshaping social structures. Its inclusion in areas such as political and ethical debates, as well as its impacts on creation, distribution, and utilization of scientific knowledge highlights its profound effects. The congress aims to examine the relationship between social sciences and artificial intelligence extensively, bringing together the diverse approaches based on participants’ areas of expertise and interdisciplinary perspectives. Through this congress, we will explore both the positive and negative impacts of AI and by examining both its potentialities and limitations, we aim to provide an extensive framework for understanding how digital tools and artificial intelligence are transforming social sciences, including their influence on the production and accumulation of knowledge, and their broader impact on reshaping social sciences. Accordingly,
We cordially invite you to participate in the congress by presenting an individual paper, organizing in panel sessions, or conducting a workshop. It would be an honor to welcome you to an event where the academic community converges to explore the changing world of social sciences with artificial intelligence, enriching the discourse with your expertise.
Sections and Subsections:
Theoretical Foundations
Digital Tools and Techniques
Case Studies and Applications
Interdisciplinary Approaches
Workshops, Panel Discussions and Hands-On Sessions
General Information About the Congress:
The participation guidelines of the congress are as follows:
Registration and Additional Information:
For registration details, accommodation information, and any further inquiries, please visit our official congress website at congist.istanbul.edu.tr URL. The official languages of the Congress are Turkish and English.
The congress will take place in campus.
Contact Information
Email: congist@istanbul.edu.tr
This talk suggests that in order to understand the liberation power of automation, we will have to reflect on strategies of realizing what Karl Marx calls free time or disposable time. This process we call deautomatization. However, automatizaion is not the opposite of deautomatization, but rather it is indispensable for it. In order to do so, we will need to understand more sufficiently the nature of automation. We are dealing with two kinds of automation, which have to be distinguished in order to understand our contemporary situation. These two kinds of automation could be illustrated, as the talk suggests, by two figures, namely the fire engine boy in Adam Smith’s The Wealth of Nations and the food delivery boy in Beijing. Through this detour, this talk also suggests reformulating the approach to study contemporary automation and its impacts.
This paper will survey the landscape of digital ancient numismatics and recent Linked Open Data initiatives to build a common digital framework for the entire discipline. It will introduce the nomisma.org project that forms the foundation of this work by providing a common Knowledge Organisation System. It will then introduce some of the projects in Greek and Roman numismatics that have been built of this framework. Following this introduction, it will then introduce and explain the CHANGE project, currently in progress and funded by the European Research Council (Grant no. 865680: https://app.dimensions.ai/details/grant/grant.8963710) , to build a suite of Linked Open Data resources to aid in the research of the monetary history of ancient Anatolia. These consist of databases devoted to the types of coins produced, archaeologically recorded findspots, the evidence of hoards, and the epigraphic evidence for monetary behaviour. Some examples of what is now possible will be demonstrated. The paper will conclude by asking what is next in the field of AI that can be built upon the substantial existing digital framework for ancient numismatics.
Dilbilim / Linguistics
Lehçe öğretiminde, dil öğretiminde olduğu gibi makine çevirisi eğitim sürecine dahil olmaya başlamıştır. Türkiye Türkçesinden (bundan sonra Türkçe) Özbek Türkçesine (bundan sonra Özbekçe) veya Özbekçeden Türkçeye yapılan tercümelerde, günümüzde kullanımı yaygınlaşmış olan ChatGPT uygulamasından önce de çalışan farklı makine sistemleri mevcut olduğu bilinmektedir.
Yapay zekâ, eğitim sürecinde devasa bir veri kümesiyle eğitilmiştir. Bu veri kümesini kitaplar, web sayfaları, haber makaleleri, forumlar, bloglar ve diğer çevrimiçi kaynaklar gibi geniş bir metin yelpazesi oluşturmaktadır. Diğer yapay zekâ uygulamaları gibi ChatGPT uygulaması da İngilizceyi yazılım dili olarak kullanmasından ötürü, İngilizce aramalarda çok iyi sonuçlar ortaya çıkarken Özbekçe gibi diller için daha çok verinin çevrimiçi olarak yayınlanmasına ihtiyaç duyulduğu söylenebilir. Bunun yanı sıra çevrimiçi mecralarda Türkçe olarak bilgi bulunabilirliğinin, Özbekçe ile arama motorlarından bulunabilen bilgi düzeyine göre kapsamlı olması günümüzde hem tercüme sürecini hem de metin üretimini etkilemektedir. Özbekçenin hem Latin hem Kiril alfabesini kullanması, aramaların da iki alfabeyle yapılması zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Metinlerin kullanılabilirliğini artırmak için Özbek Kiril alfabesinden Özbek Latin alfabesine (veya tam tersi) transkripsiyon yapan siteler uygulamaya konulmuş olsa da bu ikili alfabe kullanımı öğrencilerin Özbekçe öğrenme sürecinde bazı zorluklara sebep olmaktadır.
Bu çalışmada, Özbekçe eğitiminde Özbekçe-Türkçe dil çiftlerinde çeviri ve metin üretim etkinliğinin sınırları, güvenirliği, dilbilimsel ve kültürel uygunlukları ele alınacaktır. Çeviri süreci değerlendirilmesi için başvurulan yapay zekâ - AI (Artificial Intellegence) uygulaması olarak OpenAI şirketi tarafından geliştirilen ChatGPT seçilmiştir. Bu uygulama üzerinden metin çevirisi yapılması istenecek ve sonuçlar değerlendirilecektir. Çalışmada her iki dil de hem kaynak hem hedef dil olarak belirlenmiştir. Ayrıca, çalışmada yazılı malzemelerin yanı sıra Özbekçe işitsel veya görsel anlatımların Türkçeye yapay zekâ üzerinden çevirisi incelenecektir. Bu bağlamda diller arası makine çevirisiyle lehçeler arası makine çevirisi özellikleri değerlendirilecektir. İnsan çevirisi ve makine çevirisinde yapılan bazı özellikler veya hatalar karşılaştırılacaktır.
Makale, dilbilim ve yapay zekâ alanlarının kesişiminde yer alan önemli bir konuyu ele almaktadır. Bu çalışma, cümlelerin otomatik sözdizimsel analizi alanındaki teknolojik gelişmeleri kapsamlı bir şekilde incelemektedir.
Makalenin ana odak noktası, geleneksel yöntemlerden çağdaş yapay sinir ağı mimarilerine uzanan geniş bir yelpazedeki yaklaşımları değerlendirmektir. Özellikle derin öğrenme uygulamaları üzerinde durulmakta, tekrarlayan sinir ağları, çift yönlü uzun kısa süreli bellek ağları ve dönüştürücüler gibi gelişmiş modeller detaylı olarak incelenmektedir.
Çalışma, BERT, XLNet ve RoBERTa gibi dikkat mekanizması tabanlı modellerin sözdizimsel analiz görevlerine nasıl uyarlandığını ayrıntılı bir şekilde ele almaktadır. Ayrıca, çizge sinir ağları ve çizge dönüştürücüler gibi yenilikçi çizge tabanlı yöntemlerin, karmaşık sözdizimsel yapıları analiz etmedeki etkinliği vurgulanmaktadır. Çok dilli ve diller arası yaklaşımlar, evrensel dil modellerinin geliştirilmesine olanak tanıyarak dilbilim araştırmalarında öne çıkmaktadır. Semantik bilginin sözdizimsel analize entegrasyonu, dilin daha derin anlaşılması için yeni fırsatlar sunarak bu alandaki çalışmaları zenginleştirmektedir.
Çalışma, önceden eğitilmiş dil modellerinin kullanımı ve aktif öğrenme teknikleri gibi pratik konuları da ele almaktadır. Bu yaklaşımlar, sınırlı ek açıklama kaynaklarının verimli kullanımını sağlayarak sözdizimsel analiz kalitesinin artırılmasına katkıda bulunmaktadır.
Makalede, sözdizimsel analiz kalitesini değerlendirmek için kullanılan yeni ölçütler de incelenmektedir. Yapı temelli ve anlamsal güdümlü yaklaşımlar bu bağlamda özel bir ilgi görmektedir. Evrensel Bağımlılıklar projesi ve bu projenin sözdizimsel analizde standardizasyon üzerindeki etkisi ayrıntılı olarak ele alınmaktadır.
Araştırma, gelenekselden moderne geniş bir yelpazedeki bilimsel yayınları kapsayan sistematik bir literatür taramasına dayanmaktadır. Metodoloji, farklı yöntemlerin kronolojik ve karşılaştırmalı analizini, kategorizasyonunu ve eleştirel değerlendirmesini içerirken, disiplinler arası bağlantıları ve kalite değerlendirme ölçütlerini de dikkate almaktadır.
Sonuç olarak bu kapsamlı inceleme, otomatik sözdizimsel cümle analizinin mevcut durumu ve gelecekteki yönelimleri hakkında bütüncül bir bakış açısı sunmaktadır. Çalışma, Doğal Dil İşleme, dilbilim ve yapay zekâ alanlarındaki araştırmacılar ve uygulayıcılar için değerli bir kaynak niteliğindedir.
Anahtar Sözcükler: otomatik sözdizimsel analiz, yapay sinir ağları, Evrensel Bağımlılıklar (EB) projesi, Doğal Dil İşleme (NLP), yapay zekâ.
Günümüzün hızla dijitalleşen dünyasında, yapay zeka (YZ) teknolojileri sosyal bilimlerin sınırlarını genişletmeye ve disiplinler arası bir senteze öncülük etmeye başlamıştır. Bu dönüşümün merkezinde, özellikle “üretken“ (generative) YZ uygulamalarının dönüştürücü gücü yer almaktadır. Üretken YZ, sadece veri analizi ve modelleme süreçlerini değil, aynı zamanda yaratıcı düşünce ve yenilikçi çözüm geliştirme süreçlerini de derinden etkilemektedir.
Bu çalışma, sosyal bilimler alanında YZ’nin yenilikçi kullanım alanlarını mercek altına almaktadır. Doğal dil işleme algoritmaları, araştırmacıların dev veri havuzlarındaki anlam örüntülerini sistematik olarak kavramalarına ve toplumsal eğilimleri derinlemesine anlamalarına olanak tanımaktadır. Bu algoritmalar, metin madenciliği ve duygu analizi gibi yöntemlerle, sosyal bilimcilerin karmaşık toplumsal dinamikleri daha iyi anlamalarını sağlamaktadır. Üretken YZ modelleri ise, insan yaratıcılığını ve düşünme süreçlerini taklit ederek, araştırmacılara yeni fikirlerin ve perspektiflerin keşfedilmesinde yardımcı olmaktadır. Bu modeller, sosyal bilimlerdeki teorik yaklaşımların yeniden değerlendirilmesine ve yeni hipotezlerin geliştirilmesine olanak tanımaktadır.
Öte yandan, YZ destekli sanal asistanlar ve sohbet robotları, toplumsal hizmetlerin sunumunda devrim niteliğinde yenilikler getirmektedir. Hızlı, kişiselleştirilmiş ve empatik iletişim yetenekleriyle donatılan bu teknolojiler, özellikle dezavantajlı grupların ihtiyaçlarına anında ve bütüncül yanıt verebilmektedir. Bu durum, sosyal hizmetlerin erişilebilirliğini artırmakta ve hizmet kalitesini yükseltmektedir. Ancak, bu teknolojilerin etik, güvenlik ve mahremiyet gibi kritik konulardaki etkileri de titizlikle bu çalışmada değerlendirilecektir. YZ’nin karar alma süreçlerindeki şeffaflık ve hesap verebilirlik konuları, sosyal bilimciler için önemli araştırma alanları olarak öne çıkmaktadır.
Sonuç olarak, bu çalışma, sosyal bilimlerin üretken YZ ile yeniden şekillendiği bu dönüşümün stratejik önemini vurgulamayı hedeflemektedir. Araştırmacıları, insanlığın geleceğini yeniden tanımlayan bu devrimsel sürece davet ederek, disiplinler arası işbirliğinin kritik rolünü ve potansiyelini sergileyecektir. Böylece, sosyal bilimlerde YZ’nin dönüştürücü gücünü ve yenilikçi yaklaşımlarını keşfetme fırsatı sunulacaktır. Bu bağlamda, sosyal bilimcilerin YZ teknolojilerini daha etkin bir şekilde kullanarak, toplumsal sorunlara yenilikçi çözümler geliştirmeleri teşvik edilmektedir.
Edebiyat Bilimi / Literary Studies
Çağımızdaki bilimsel/teknolojik gelişmeler yaşamımızın bütün alanlarını derinden etkilemektedir. Sanat ve bilim/teknoloji ilişkisine bakıldığında, birçok boyutunun ön plana çıktığı görülecektir. Söz konusu ilişkiye bakıldığında, bilimin/teknolojinin, öncelikle sanatın nesnesi olduğu görülecektir. Bilimi/teknolojiyi konu alan edebiyat eserlerinin başında Brecht’in Galilei’in Yaşamı (Brecht 301983) adlı oyununun geldiği görülecektir. Burada öncelikle bilim insanının, kendi bilimsel çalışmalarını ve bilim insanı kimliğini kilise gibi bir güç karşısında hangi ölçüde savunabildiği konusu tartışılmaktadır. Bilimi/teknolojiyi konu alan edebiyat eserlerinden bir başkası ise, F. Dürrenmatt’ın Fizikçiler (Dürrenmatt 1980) adlı oyunudur. Bir bilim insanı, bilimsel çalışmalarını sürdürürken, ulaştığı sonuçların insanlık açısından yıkıcı sonuçlar doğuracağını gördüğü için, ulaşmış olduğu sonuçların, başkalarının eline geçerek olası kötüye kullanımlarını engellemek amacıyla deli rolü yaparak kendisine kimsenin ulaşamayacağını düşündüğü psikiyatri kliniğine kapatılmasını sağlar. Sanat ile sanat dışı alanın girift bir ilişki içinde olduğu alanlardan biri de Ready Made niteliğindeki sanat eserleridir. Burada aslında kendisi başlangıçta sanat eseri olmayan gündelik kullanım nesnelerinin, belli koşullar altında Raedy Made sanat eseri olarak sunulmaktadır. Yukarıda verilen, gündelik nesnelerin bir sanat eserine dönüştürülmesine koşut olarak verilebilecek çarpıcı Edebiyat eserleri örneklerinden biri, Alfred Döblin’in Berlin Alexanderplatz adlı romanıdır. Romanda, Alman Demiryolları fiyat çizelgesine, herhangi bir değişiklik yapılmadan edebiyat eserinin bir öğesi olarak yer verilmektedir. Benzer bir başka edebiyat eseri örneği de, Erich Fried’in bir şiir kitabında yer alan şiirdir. Şiir, Alman polisinin, bir polis köpeği arama sürecinde, bir günlük gazeteye verdiği ilan metninden oluşmaktadır. Yukarıda sayılan örnekler, sanatın nesnesi olan alanlarla ilgili idi. Ancak bağlam bir yana bırakılacak olursa, sanat eseri – sanatçı - izleyici/okur üçlüsü açısından bakıldığında, günümüzde bilimsel/teknolojik gelişmelerin sonuçlarının, diğer birçok alanda olduğu gibi, sanatın öznesi niteliği kazanma boyutunda da önemli tartışmaların ortaya çıkmasına neden olduğu görülecektir. Bilimsel/teknolojik gelişmeler, yaşam açısından olumlu boyutlar içeren sonuçlar doğurabilir. Son dönemin en çarpıcı bilimsel/teknolojik gelişmelerinden biri de, yapay zekanın ulaşmış olduğu aşamadır. Sanat/edebiyat açısından bakılacak olursa, bilimsel/teknolojik gelişmelerin önemli sonuçlarından biri olan yapay zekanın, artık sanatın nesnesi olmanın ötesinde, sanatın öznesi olup olamayacağı konusu yoğun olarak tartışılmaya başlanmıştır. Bu açıdan bakıldığında yapay zekanın, çeviri süreci, metin redaksiyonu, sözcük çalışmaları gibi metin üretimi ile ilgili birçok alanda yoğun olarak kullanıldığı görülmektedir. Buradaki tartışmanın odağında, yapay zekanın hangi ölçülerde sanat üretiminin, dolayısıyla edebiyat metni üretiminin öznesi olabileceği sorusu yer alacaktır.
Anahtar Sözcükler: Bilim/teknoloji, yapay zeka, sanat/edebiyat, sanatçı, sanatın öznesi
Günümüzde pek çok alanda kullanılan yapay zekâ, metin yazarlığı ve yaratıcı yazarlık gibi alanlarda da etkinleşmeye başlamış; yapay zekâ tarafından üretilen çeşitli türdeki metinlerin sayısı dikkat çekici şekilde artmıştır (Ceyhan Akça vd. 2024). Yapay zekânın standart bir olay örgüsü ve çok da derinlikli olmayabilecek karakterlerle ortalama bir metin üretebileceği konusunda bir uzlaşı oluşmuş gibi görünmektedir; karşıt görüş ise, orijinal karakter ve karmaşık olay örgüsü yaratmanın zorluklarını ve psikolojik derinliği olan karakterlere hayat vermenin gerektirdiği deneyimli bakışı ve en önemlisi duyguları olmayan yapay zekânın sanat alanındaki kısıtlanmışlığını ifade etmekte ve yapay zekânın yaratıcılığını insan yaratıcılığından farklı değerlendirmektedir.
Yapay zekâ tarafından üretilen bu metinler çeşitli bilimsel araştırmalara da konu edilmektedir. Bu bildiride, metin “üreten” değil ama metin “eleştiren” yapay zekâ ile ilgili bir değerlendirme yapma ve bu alanda, yapay zekâ programlarının bize vaat ettiği gelecekle ilgili sorularımıza ilişkin bir çerçeve sunma amacındayız. Türkiye’de yapay zekâ ile ilgilenen edebiyat araştırmacıları öncelikle metin üretimine eğilmiş ve sonradan eleştirmek üzere, yapay zekâya deneysel metinler yazdırmayı, yapay zekânın sınırlarını anlamak adına bir araştırma yöntemi olarak benimsemişlerdir (Tunç 2023). Yapay zekâdan yaratıcı bir metne ilişkin yorumlar veya detaylı edebiyat eleştirisi yapmasını istemek, hem yaratıcı yazım hem eleştirel düşünme gerektiren daha çetrefilli bir görevdir. Verdiğimiz komutlarla, yapay zekânın belli özellikler taşıyan bir karaktere bürünerek eleştiri yapmasını isteyeceğiz ve bu konudaki gözlemlerimizi, yapay zekânın nasıl geliştirilebileceğine ilişkin yorumlarla birlikte sunacağız. Modern öykü örneklerini kullanarak yürüteceğimiz bu çalışmadan elde edeceğimiz bulguları, yapay zekânın Berna Moran’ın sanatçı merkezli, eser merkezli, okur merkezli ve toplum merkezli olmak üzere dörde ayırdığı eleştirel yaklaşımların hangilerini ne ölçüde gerçekleştirebildiğine ilişkin değerlendirmelerimizle birleştireceğiz (Moran 1994).
İlk adımları 1940’lı yıllara kadar dayandırılabilen yapay zekâ çalışmaları son birkaç yılda eksponansiyel biçimde sağlanan teknolojik gelişimle birçok alanda geleceğe dair yeni senaryolar üretmeye yöneltiyor. Görece çok kısa sayılabilecek bir sürede gelişen bu yeni teknolojik olanaklar insanın yeryüzündeki neredeyse tüm edimlerinin çok yönlü dönüşümlere uğramasının kaçınılmazlığına ve bunun insanlık tarihinde şimdiye kadar yaşanmış dönüşümlerle karşılaştırılamayacak kadar kısa bir sürede olup bitebileceğine işaret ederken hem utopik hem de distopik gelecek projeksiyonlarını harekete geçiriyor. Yapay zekâ tartışmalarında bilgi yönetimi, endüstri 4.0 bağlamında otonomlaşma, her türlü mal ve hizmet üretiminin, pazarlamasının, taşınmasının kolaylaştırılması ve daha da verimlileştirilmesi, bunların işgücü piyasalarına, çalışma biçimlerine, çeşitli meslek gruplarının geleceğine dair olası etkileri kurulmakta olan gelecek senaryolarında ağırlıkla konu edilmekle birlikte bilim ve sanat alanında ortaya çıkabilecek dönüşümler de yakın gelecek projeksiyonlarında ele alınmaya başlandı. Otonom sürüş sistemlerinin, sözlü ve yazılı yanıt sistemlerinin, haber metni üretiminin yanı sıra müzik, resim, film üretiminde de yapay zekâ araçlarının kullanılabildiği birçok okurun, dinleyicinin ve izleyicinin artık bildiği, en azından duyduğu bir durumdur. Edebiyat metni üretimine yönelik çeşitli yapay zekâ araçlarının da etkin biçimde kullanılabilecek bir gelişmişlik düzeyine sadece birkaç yılda ulaşmış olması bu alanda karşılaşılabilecek dönüşümün ne denli radikal olabileceğine işaret ediyor. Bu çalışmanın temel amacı, edebiyat metni üretiminin ve bununla bağlantılı olarak edebiyat bilimi çalışmalarının yapay zekânın getirmekte olduğu olanaklardan nasıl etkilendiğini irdelemektir. Walter Benjamin’in yaklaşık doksan yıl önce yazdığı, fotoğraf ve film medyalarının sağladığı teknik olanakların sanat yapıtına ve bunun ötesinde bir bütün olarak sanatın alımlanmasına etkisini konu eden Das Kunstwerk im Zeitalter seiner technischen Reproduzierbarkeit makalesinden hareketle günümüzde yapay zekâ teknolojisi olanaklarının bir sanat yapıtı olarak edebiyat metnini, edebiyat metinlerinin alımlanmasını ve bu metinlere dair edebiyat bilimi çalışmalarını nasıl dönüştürebileceğine genel bir çerçevede ışık tutulmaktadır. Yapay zekânın edebiyat metinlerini oluşturmaktaki yetersizliğine, yaratıcılık niteliğinin bulunmadığına dair görüşlerin geçerliliğini koruyup korumayacağı, yapay zekânın insan yaratıcılığının örneği sayılabilecek ürünler ortaya koyup koyamayacağı, yapay zekâ ile oluşturulacak bir edebiyatın yazarlar, okurlar ve edebiyat bilimciler için olası sonuçları irdelenmektedir.
Dilbilim / Linguistics
In this talk, I investigates possible forms of racial biases in the output of Large Language Models. The study is based on linguistic anthropological theory, where ‘race’ is understood as linguistic and discursive construction (Alim, Reyes & Kroskrity 2020). The language generated by AI is influenced by these constructions. The data collection to test this is based on a research-lead MA seminar where students inspected output of ChatGPT for racial and minority discrimination. Six different prompts were developed that were tested on whether the output would create racially biased language or content. Prompts were entered by ten different individuals and in different languages (English, German, Arabic, French, Spanish, Ukrainian, Italian, Portuguese, Tamil, and different minority/ non-standard varieties such as Piedmontese, Tanglish, Andean Spanish, Siculish, Kiezdeutsch or Berlinisch).
The results of the study indicate that there are several aspects that influence the output of ChatGPT. These include topics of previous prompts of the user, choice of language or language variety, sensitivity of the topic and how the prompt has been phrased. The analysis overall gives indirect access to possible limitations of the data-set (especially if the language used is not English), to the relevance of use history and to debiasing techniques that in some cases are likely to have influenced the output. In this sense, the study serves as an explorative approach to methods that can be used to evaluate the functioning, limitations and advantages of the tools.
At the same time, the study is indicative of how an LLM can be used to reflect on social practices of speaking as appearing in data sets, which registers or topics designers of technologies and developers of algorithms deem relevant or appropriate language practices (Markl & McNulty 2022) and how language culture may be reconfigured because of the existence of AI language models.
Although conspiracy theories have a centuries-long history, they have become increasingly important and widespread in recent years. (Astapova et al. 2020, Byford 2011) Electronic media are the main driving force and at the same time central means for this, through which conspiracy theories can now be spread in previously unimaginable variety and speed.
Today, artificial intelligence is increasingly gaining influence on opinion-forming, on the generation and consolidation of knowledge and on decision-making, not least in the political sphere. This implies that it has great potential, but that it also poses potential risks to society and the democratic system. The latter is particularly true when conspiracy narratives are taken up, adapted or even propagated via AI, i.e. when AI is instrumentalized for irrational conspiracy beliefs.
Using the example of the political phenomenon of the so-called Reich Citizens movement, which is essentially based on conspiracy narratives, (Schönberger/Schönberger 2020, Wilking 2017) the talk examines the extent to which today’s widespread AI tools such as ChatGPT, Microsoft Copilot etc. are immune to conspiracy theories or whether they rather communicate conspiracy narratives – without labeling them as such – uncritically and thus give them additional impetus. The material used to investigate this question is based on a corpus of texts from the Reich Citizens movement. In these texts, central conspiracy narratives circulating in the scene were identified. On this basis, explicit questions were developed that refer to the conspiracy narratives and are to be answered by the AI. The answers are then subjected to a qualitative and text-linguistically based analysis, which provides a differentiated picture of the extent to which AI is able to identify conspiracy narratives as such and to take an adequate position on them. Overall, it is shown that AI is only capable to a limited extent of responding in a differentiated, unambiguous and at the same time appropriate manner to those questions.
Keywords: AI, conspicary theories, Reich Citizens, propaganda, politics
Felsefe / Philosophy
Bu çalışmanın amacı; kamu politikalarında yapay zekâ teknolojileri kullanımının önemini, sağladığı avantajları, dikkat edilmesi gerekli olan hususları, kullanıma ilişkin potansiyel tehlikeleri, dünyadaki ve Türkiye’deki öncü eğilim ve uygulamaları gösterebilmek ve dünyadaki öncü eğilim ve uygulamaların Türkiye’ye politika transferi bağlamında değerlendirmesini ve tartışmasını yapmaktır. Çalışma kapsamında; yapay zekâ alanındaki toplam yayın sayısı, hükümetlerin bu teknolojilere hazır olma durumu, çevrimiçi kamu hizmetleri endeksleri gibi veriler doğrultusunda kamu politikalarında yapay zekâ teknolojileri kullanımında öncü ülkeler konumunda olduğu düşünülen Singapur, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin Halk Cumhuriyeti ülkeleri ele alınarak, kamuda hangi alanlarda yapay zekâ teknolojileri kullanımına yöneldikleri, kullanımda öncü kurumlarının hangileri olduğu ve geleceğe yönelik hedefleri incelenmiştir. Ayrıca kamuda yapay zekâ teknolojileri kullanımında son yıllarda önemli gelişmeler gösteren Türkiye ele alınarak, öncü ülkeler olarak görülen ülkelerdeki hangi uygulamaların Türkiye’ye politika transferi konusu olabileceğinin değerlendirmesi ve tartışması yapılmıştır. Çalışma kapsamında hukuk alanında yapay zekâ teknolojileri kullanımına detaylı şekilde yer verilmiş ve Amerika Birleşik Devletleri ve Çin Halk Cumhuriyeti ülkelerinde suç ve suçlu analizi, suç tahmini, karar destek sistemleri, robot yargıç gibi uygulamalar ayrıntılı şekilde incelenmiştir. Yine geleceğin savaş teknolojileri olan askerî tam otonom sistemler konusuna da ayrıntılı şekilde yer verilerek; savaş hukuku bağlamındaki potansiyel risk ve sorunlar ve çözüm önerileri ayrıntılı şekilde incelenmiştir. Çalışmayla ulaşılmak istenen nihai amaç; istatiksel verilerle desteklenecek şekilde dünyada kamu sektöründe yapay zekâ teknolojilerinin kullanımına ilişkin geniş bir çerçeve sunmak ve dünyanın artık yapay zekâ çağında olduğu gerçeği doğrultusunda avantajları, risk ve sorunları bir arada gözeten çoklu bir bakış açısıyla farkındalık yaratmaktır. Çalışmanın literatüre sağladığı katkı; kamu sektöründe yapay zekâ teknolojileri kullanımına dair avantajlar, riskler, sorunları, öncü ülkeleri ve bu ülkelerdeki öncü eğilim ve uygulamaları çok disiplinli şekilde aynı anda ele alıyor olmasıdır. Çalışmada literatür analizi, istatistiksel veri analizi taramaları, açık hükümet verileri taraması, uluslararası rapor taramaları gibi yöntemler kullanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kamu sektörü, yapay zekâ teknolojileri, politika transferi.
Yapay zekâ alanında yaşanan hızlı gelişmeler kuşkusuz eğitimi doğrudan etkilemektedir. Yapay zekâ okuryazarlığı, “bireylerin YZ teknolojilerini eleştirel bir şekilde değerlendirmelerini, YZ ile etkili bir şekilde iletişim kurmalarını ve işbirliği yapmalarını ve YZ'yi çevrimiçi, evde ve işyerinde bir araç olarak kullanmalarını sağlayan bir dizi yetkinlik olarak“ (Long ve Magerko, 2020, s. 2) tanımlanmaktadır. Yapay zekâ okuryazarlığı, yapay zekâ eğitimi ile ilgili bir alandır fakat aynı zamanda teknoloji okuryazarlığı ve dijital okuryazarlık gibi okuryazarlık türleriyle de bağlantılıdır. Yapay zekânın etkili kullanımında okuryazarlığın önemli olduğu düşünülmektedir (Kong vd., 2024). UNESCO’nun (2022) K-12 YZ Müfredatı’nda etik ve sosyal etki, üç ana kategoriden birisi olarak yer almıştır. Long ve Mogerko’nun (2020) yz okuryazarlık çerçevesinde yer alan 17 yetkinlikten birisi etiktir. Eğitimde yapay zekâ yeni bir olgu olmasa ve buna yönelik ilgi her geçen gün artsa da aynı durum K-12 seviyesinde yapay zekâ okuryazarlığı ve etik açısından geçerli değildir. Yapay zekâ ile ilgili müfredatların nasıl tasarlanacağı ve uygulanacağı konusunda uygulayıcıları bilgilendirebilecek çalışma sayısı sınırlıdır. Bu nedenle müfredat planlamasına yönelik hem uygulanabilir hem sürdürülebilir yaklaşımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bağlamda bu araştırmanın amacı, yapay zekâ okuryazarlığı içinde önemli bir yer tutan etikle ilgili konuların K-12 seviyesinde eğitim öğretimine yönelik bir uygulama önerisi geliştirmektir. İlgili literatür taranarak, UNESCO’nun (2022) K-12 YZ müfredatında yer alan konu başlıklarından gizlilik, önyargı-yanlılık, yanlış bilgilendirme, etik karar verme, çeşitlilik-farklılık, hesap verilebilirlik, üzerinde durulacak konular olarak belirlenmiştir. Belirtilen konuların okullarda rehberlik saatlerinde psikolojik danışmanlar ve bilişim teknolojileri öğretmenleri işbirliğiyle P4C, kavram haritası, felsefi soruşturma, hikâye anlatımı ve drama gibi teknikler kullanılarak işlenmesi planlanmaktadır. Bu çalışmanın, öğrencilerin yapay zekânın etik kullanımına yönelik farkındalıklarının ve duyarlıklarının artırılması açısından uygulamaya katkı sağlaması beklenmektedir. Bu çalışma sonucuna göre ayrıca, yapay zekâ okuryazarlığının K-12 müfredatına eklenmesi de önerilebilir.
Eğitimde Yapay Zekâ / Artificial Intelligence in Education
Artificial Intelligence (AI) is transforming various aspects of life and increasingly used in financial services, the health industry, transportation, energy and tourism industries. Education is also one of the areas AI presents a transformative potential enhancing both teaching methodologies and learning experiences. Yet there are also challenges in AI adoption particularly in social sciences where both educators and students lack technical knowledge on AI, its implications, capabilities, tools and methods. The main purpose of this paper is to explore the challenges with AI integration in social sciences at higher education. In order to understand these challenges from the perspectives of higher education instructors a qualitative approach was adopted. 15 university professors in social sciences in Turkiye, Portugal and Poland were interviewed on these challenges. These in-depth semi-structured interviews were digitally recorded and content analysed before the findings were reported. Several key challenges were identified including AI literacy, ethical concerns, bias in AI training sets, accountability, equality, fairness and accessibility, responsibility, ICT infrastructure and privacy issues. These key challenges were then grouped under three key themes as personal, organizational and environmental challenges. Yet all respondents agreed on the potential advantages of utilizing AI in enhancing teaching performance in social sciences. Understanding these challenges in adoption of AI in higher education would lead to improved decision making on professional development and training, education policies, administrative processes, standardization, certification and accreditation of social sciences education. Various theoretical contributions and policy recommendations are also provided.
Aims: This research aims to provide a comprehensive comparative analysis of primary school teachers' beliefs in neuromyths related to brain function and learning. It examines how formal and informal sources shape these beliefs across diverse cultural and linguistic contexts. As the largest study of its kind, data were collected from teachers in 11 countries, including Belgium, Cameroon, Canada (Quebec), Greece, Kazakhstan, Malaysia, Mali, Morocco, Senegal, Taiwan, and Turkey, in eight languages.
Method: The study employs a descriptive design, utilizing a survey to investigate the prevalence of enduring neuromyths and explore the sources informing teachers’ understanding of learning and intelligence that underpin these myths. The Multilingual Neuromyths Identification Questionnaire, developed and adapted by the research team, was administered in eight languages: French, English, Turkish, Greek, Kazakhstani, Arabic, Malay, and Chinese. This study provides valuable insights into the global landscape of beliefs about learning.
Results: The results reveal that 13 out of 21 neuromyths, notably “learning styles” and “multiple intelligences”, were widely spread, with 90% of endorsement or more. Formal learning sources, such as teacher training programs and textbooks, predominantly reinforce these misconceptions, whereas informal sources, like social media, play a lesser role. These findings underscore the urgency to integrate evidence-based neuroscience and cognitive psychology knowledge into teacher education programs. Our conclusions suggest that future research should examine how university training programs and formal education sources contribute to the persistence of such myths and identify necessary adjustments.
Bilişsel Psikolojide Yapay Zekâ / Artificial Intelligence in Cognitive Psychology
In the past, brain functions were limited to physiology in neuroscience research. This approach, while accelerating our understanding of sensory and high-level cognitive functions through EEG, fMRI, and TMS experiments and scans, has led to the exclusion of an important factor: social cognition. The fact that people's thoughts and feelings about social interaction and relationships are one of the things that directly affect their mental generated social neuroscience approach which is a neuroscientific approach to social psychological issues such as ingroup-outgroup differences. The first significant emphasis on social consciousness occurred with the "Social Brain Hypothesis" published towards the end of the 20th century. It suggests that the brain evolved to manage complex social interactions, social status, intentional interference, and solving social challenges. Neurological imaging studies on animals have provided evidence of the role of social interaction in brain physiology. Social consciousness, whose effects continue to be researched, has started to be seen as critically important for AI technologies. Advanced AI aimed at acquiring social learning skills creates potential in robotics research to develop computational models that enhance observational learning, moral behavior tendencies, social reinforcement learning, and the ability to form impressions. However, the fact that social perception and social interaction create different activation patterns in the brain and that inter-brain synchronization occurs during social interaction maintains the complexity of cultural and environmental inputs, thus presenting challenges for advanced cognitive abilities in these areas. Therefore, examining the functional changes created by evolution in the mammalian brain in the context of social neuroscience is highly relevant to AI studies. In this paper, we provide a literature review of studies at the intersection of social neuroscience and AI. The paper contributes to the field by combining topics that are rarely investigated simultaneously.
Keywords: social neuroscience, AI, social interaction, neuroimaging, computational models
Bilişsel psikolojide karar verme, problem çözme, planlama, esnek düşünebilme, baskın olan tepkiyi engelleyebilme, dikkati aynı anda farklı kaynaklara odaklayabilme gibi bilişsel beceriler üst düzey bilişsel işlevler arasında yer almaktadır. Günümüzde bilişsel psikoloji
alanında problem çözmeye birden fazla bakış açısıyla yaklaşıldığı görülmektedir. Yeniden temsili içeren Gestalt yaklaşımı, yapı çıkarmayı ve analojileri içeren kural bulmaya yönelik yaklaşımlar ve transformasyon yaklaşımları bu yaklaşımlar arasında sayılabilir. İyi ve kötü yapılandırılmış problemlere göre de farklılaşmalar olmakta ve yaratıcı problem çözme ile daha kompleks sosyal ve afektif problem çözmeler de hesaba katılmaktadır.
Yapay zeka, bilişsel süreçleri simüle edebilme yeteneği ile insan zihninin karmaşıklığını ve esnekliğini anlamamıza yardımcı olabilir. Özellikle yapay zekanın problem çözme stratejileri ile insan problem çözme stratejileri arasındaki benzerlikler ve farklılıklar üzerine yapılan araştırmalar, üst düzey bilişsel işlevlerin anlaşılmasında da önemli bir rol oynamaktadır.
Yapay zekanın bilişsel süreçleri simüle edebilme yeteneği, insan zihninin karmaşıklığını ve esnekliğini anlamamızda bize nasıl yardımcı olabilir? Ayrıca, yapay zekanın problem çözme stratejileri ile insan problem çözme stratejileri arasındaki benzerlikler ve farklılıklar nelerdir?
Yapay zekanın gelişimi ile birlikte, insan ve makine arasındaki bilişsel işbirliğini nasıl optimize edebiliriz? Yapay zekanın bilişsel psikoloji araştırmalarına entegrasyonu, üst düzey bilişsel işlevlerin daha iyi anlaşılmasına nasıl katkıda bulunabilir? Bu tartışma soruları, yapay zekanın bilişsel psikolojiye olan katkılarını ve bu iki disiplinin
birbirini nasıl zenginleştirebileceğini anlamak için önemli sorular olarak karşımıza çıkmaktadır. Yapay zeka teknolojilerinin bilişsel işlevlerin simülasyonu ve analizi konusundaki potansiyelini keşfetmek, hem teorik hem de uygulamalı açıdan büyük önem taşımaktadır.
Bu çalışmanın amacı, yukarıdaki tartışma sorularını kapsayacak şekilde bilişsel psikolojide yapay zekanın rolünü özellikle üst düzey bilişsel işlevler açısından ele almak olacaktır. Bu doğrultuda bilişsel psikolojide öne çıkan yapay zeka çalışmalarının tarihçesinden bahsedilecek, insan ve yapay zekaya ait bilişsel işlevler arasındaki benzerlik ve farklılıklara değinilecek aynı zamanda insan ve makine arasındaki bilişsel işbirliğinin optimizasyonuyla ilgili görüşlere yer verilecek ve güncel araştırmalar ele alınmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Yapay zeka, bilişsel psikoloji, üst düzey bilişsel işlevler, problem çözme,
insan-makine işbirliği
Yapay zeka temelli uyaranlar aracılığıyla farklı sanal ortamların oluşturulması, insanların gerçekliği algılama biçimini ve sanal ortamlardaki uyaranlarla etkileşim kurma şeklini değiştirmektedir (Kätsyri, 2018). Yapay zeka temelli sanal yüzler, görsel-uzaysal algılama, dikkat, çalışma belleği ve uzun süreli bellek gibi farklı bilişsel süreçlerin incelenmesinde sıklıkla kullanılmaktadır. Zaman ve maliyet açısından sağladıkları avantajlar, bu tür uyaranları, bilişsel süreçlerin incelenmesinde gerçek insan yüzlerine alternatif olarak öne çıkarmaktadır (Miller, 2023). İlgili literatürde, uzun süreli bellek performansının kullanılan yüz uyaranlarının türüne (gerçek insan yüzü, yapay zeka temelli yüz) göre farklılık gösterdiği bildirilmektedir (Crookes ve ark., 2015). Buna karşın, bilindiği kadarıyla sanal ve gerçek yüz uyaranlarının çalışma belleği performansı açısından karşılaştırıldığı bir çalışma bulunmamaktadır. Bilgilerin eş zamanlı olarak depolanmasını ve işlenmesini sağlayan çalışma belleği, karmaşık davranışların başarılı bir şekilde yürütülmesinin temelini oluşturmaktadır. Bu doğrultuda, mevcut çalışmanın temel amacı, çalışma belleği performansının gerçek ve yapay zeka temelli sanal yüzlere göre farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemektir. Çalışmanın bir diğer amacı ise yüz uyaranının duygusal değerliğinin çalışma belleği performansına etkisini incelemektir. Örneklem, 18-25 yaş aralığında lisans eğitimi gören toplam 50 gönüllü katılımcıdan oluşacak ve katılımcılara kartopu örnekleme tekniği ile ulaşılacaktır. Çalışma belleğini değerlendirmek için Adımlı İşitsel Seri Ekleme Testi, Wechsler Bellek Ölçeği Geliştirilmiş Formu’nun Ters Sayı Uzamı ve Ters Görsel Bellek Uzamı Alt Testleri ve Wechsler Yetişkinler İçin Zeka Ölçeği III’ün Harf Sayı Dizisi Alt Testi ve çalışma kapsamında geliştirilecek deneysel görev uygulanacaktır. Deneysel görev için n-geri paradigması temel alınarak bir bilgisayar görevi geliştirilecektir. Çalışmanın verileri, 2 (uyaran türü: gerçek insan yüzleri, yapay zeka temelli yüzler) x 2 (görev türü: 1-geri, 2-geri) x 3 (uyaranın duygusal değerliği: pozitif, negatif, nötr) faktörlü tekrar ölçümlü deneysel desen uyarınca toplanacaktır.
Anahtar Kelimeler: yapay zeka, çalışma belleği, duygusal değerlik, yüz algısı, görsel bellek
Yapay Zekâ Uygulamaları / Artificial Intelligence Applications
İklim Değişikliği İletişiminde Yapay Zekâ ile Farkındalık Yaratmak
İklim krizi olarak da adlandırılan iklim değişikliği sürecinin, günümüzün en önemli küresel sorunlardan biri haline geldiği görülmektedir (Klinenberg, E., Araos, M., & Koslov, L., 2020). Bu krizin çözümünde iklim değişikliği iletişimi olarak adlandırılan iletişim çalışmalarının önemli bir yeri olduğu bilinmektedir. İklim değişikliği iletişimi, bireylerin iklim değişikliği konusunda bilinçlenmelerini sağlayarak mikro ölçekte bireysel karbon ayak izinin azaltılmasına makro boyutta ise iklim krizinin çözümüne ilişkin oluşturulacak politikalara yön verebilmek ve kamuoyu baskısı oluşturabilmek anlamında önem taşımaktadır (Leiserowitz, A., Roser-Renouf, C., Marlon, J., & Maibach, E.,2021). Doğal dil işleme ve makine öğrenimi teknolojilerini kullanan, yapay zekâ destekli chatbotlar (sohbet robotları) kişiselleştirilmiş bilgi sağlama kapasiteleri sayesinde, iklim değişikliği konusunda bireyleri bilinçlendirme ve kamuoyu oluşturmada yaratıcı niteliğe sahip iletişim araçlar olarak kullanılmaktadır. Ancak bu araçların güncel bilgi sağlama, bilginin doğruluğu ve güvenirliliği, algoritmik önyargılar, kullanıcıların ekonomik, sosyal, kültürel ve coğrafi farklılıklarını göz ardı etme gibi eksiklikleri yanında teknik bazı sınırlamaları ve kullanıcıların etkin şekilde uygulamadan yararlanamamaları gibi bazı zorluklara sahip olduğu bilinmektedir (Kuhail, M. A., Alturki, N., Alramlawi, S., & Alhejori, K., 2023). Bu çalışmanın birinci bölümünde, ClimateBot, EcoBot, CarbonBot, EarthChat, GreenAdvisor gibi iklim değişikliği iletişimi için kullanılan mevcut chatbotlar hakkında bilgi verilerek, bunların eksiklikleri ve sınırlılıkları açıklanmaktadır. İkinci bölümde bu eksiklikleri ve sınırlılıkları azaltabilecek yeni bir iklim değişikliği chatbotu modeli önerisi oluşturulmuştur. Üçüncü bölümde geliştirilen bu chatbot, pilot uygulama ile test edilmektedir, chatbotun etkinliğine ve kullanıcı memnuniyeti ilişkin kullanıcı verileri ön test ve son test şeklinde nicel veri yöntemleri kullanılarak analiz edilmektedir. Çalışma iklim değişikliği iletişiminde daha etkili ve kullanımı daha kolay bir araç geliştirebilme, iklim değişikliği konusunda daha fazla bilinçlendirme sağlayabilme, iklim değişikliği politikalarının oluşturulması için kamuoyu yaratma boyutları ile önem taşımaktadır. Gelecekte bu alanda yapılacak çalışmalar geliştirilen bu modelin daha etkin olmasını sağlayarak iklim krizinin ortadan kalktığı bir geleceğin yaratılmasına katkı sağlayabilir.
Anahtar kelimeler: İklim değişikliği iletişimi, chatbot, eco-chatbot, yapay zekâ, sürdürülebilirlik.
Yaratıcılık ve bilgisayar teknolojisi arasındaki ilişki uzun yıllardır sanatçı ve bilim insanları için bir tartışma ve araştırma konusu olmuştur. Günümüzde ise algoritmik sanat anlayışı geleneksel kod yazmanın ötesine geçerek bir görselden estetiği öğrenme aşamasına gelmiştir (Mazzone ve Elgammal, 2019; Francaschelli ve Musolesi, 2024). Dolayısıyla makine öğrenmesi ve üretken çekişmeli ağ (GAN) alanlarındaki gelişmeler yaratıcı endüstrilerde özgün tasarımların gerçekleştirilebileceğini ortaya koymuştur. Moda endüstrinde ise yapay zekâ (YZ) yaygın olarak sürdürülebilirliğin desteklenmesi, artırılmış gerçeklik, trend tahminleri ve moda fotoğrafçılığı konularında karşımıza çıkmaktadır (McKinsey and Company, 2023). Yapay zekanın moda sektöründe 2022 yılında sanal koleksiyonlarını üreten Gucci, Zara, Adidas ve Prada gibi önemli markalar tarafından 2023 yılında içerik üretmek ve müşteri memnuniyetini artırmak amacıyla kullanıldığını görmekteyiz. Pratikteki uygulamalara ek olarak yapılan araştırmalar YZ’nın yerel giysilerin moda ürünlerine dönüştürülmesi, örme kumaş tasarımı, giysi kombinleri ve stil oluşturmada kullanılabilirliği ortaya koymaktadır (Wu ve ark, 2020; Wu ve Li, 2024).
Bu çalışmada OpenAI araştırma laboratuvarı tarafından oluşturulan YZ destekli bir sohbet robotu olan GPT-4o (ChatGPT-4o) uygulamasının bağlamsallaştırılmış ve işlenmiş bilgi sağlama yeteneği ile belirlenen moda eğilimleri çerçevesinde koleksiyon tasarımı yapabilirliğine dair değerlendirmeler yapılmıştır (Şekil 1). Bu amaçla geliştirilen ölçütlere uyumluluk uzman görüşleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Metodolojik olarak öncelikle YZ uygulamasının 2000 yılına ait kadın moda dış giyim trendlerini ortaya koyması istenmiş, verilerin doğruluğu bilinen moda dergileri ve magazinlerindeki bilgiler ile karşılaştırılarak doğrulanmıştır. İkinci adım olarak GPT-4o tarafından dönemin renk, doku, desen ve kalıp trendlerine göre bir kadın dış giyim koleksiyonu tasarlaması istenmiştir. Uzman değerlendirmeleri için geliştirilen ölçütler dönemin trendlerine uygunluk, estetik değerler (görsel bütünlük ve çekici duygusal etki yaratma), üretim için uygun kumaş ve aksesuar seçimi olarak belirlenmiştir (Ullman, 2003:192). Araştırma sonucunda koleksiyonda estetik açıdan bütünsellik olduğu uzman görüşleri tarafından belirtilmiş, ayrıca dönemin trendlerini yansıttığı saptanmıştır. Seçilen kumaşların koleksiyondan beklenen özellikleri yansıttığı, renk seçimlerinin ise dönemin moda eğilimleri ile uyumlu olduğu görülmüştür.
Bu çerçevede bir yapay zekâ sohbet robotu olan GPT-4o’nun son güncellemeler ile moda tasarımı yaratıcı süreçlerinde etkin olarak kullanılabileceği karşılaştırmalı bir çalışma ile ortaya konmuştur. Buna göre GPT-4o’nun moda tasarımı yaratıcı süreçlerinde bilgiye hızlı erişim sağladığı, tasarımların estetik değerlerinin olduğu, tekstil malzemesi olarak üretime uygun tasarımların oluşturulabilmesi için de uygun bir araç olarak kullanılabilme potansiyeli bulunduğu saptanmıştır. GPT-4o tarafından geliştirilen ürünlerin estetik, satış ve hedef kitleye ulaşılabilme başarısı ise ancak sohbet robotunu moda ve tekstil ürün tasarımı alanında bilgi ve deneyime sahip kişilerin kullanması ile mümkün olabileceği görülmektedir. Çalışma sonucunda YZ tarafından üretilen bir içerik modeli olan ChatGPT’nin yayınlandığı 2022 yılından bu yana pek çok alanda olduğu gibi tasarım alanında da görsel anlamda veri sunmaya başladığı ve yaratıcılık alanında gelişerek pek çok sınırlılığı aştığı görülmektedir.
Anahtar kelimeler: Moda Tasarım, Koleksiyon Geliştirme, Yapay Zekâ, GPT-4o, Tasarım
Successfully providing personalized book recommendations is crucial for platforms. The power law concept highlights that a small number of individuals have a large number of connections, which leads to the "Power of Few" principle. To enhance the accuracy of book recommendations, a new approach that integrates Social Network Analysis (SNA) with recommender systems can be proposed. By identifying influential users within a social network and utilizing their preferences, recommendation systems can be improved. A network composed of user interactions and book ratings can be constructed to identify these influential users. The preferences of these users can then be analyzed using the recommendation system. It is anticipated that a small number of influential users will significantly increase the accuracy of recommendations. This method investigates the importance of network dynamics in recommendation systems and aims to provide more satisfying book recommendations.
Dilbilim / Linguistics
COVID-19 and the surging nationalism and populism sentiments made Chinese international students (CIS) targets of online vigilantism on Chinese social media and they face alienation in the homeland (Gao, 2022) apart from discrimination overseas (Russell, 2020). This research examines the image of CIS on Chinese social media through corpus-assisted critical discourse approach. The Discourse-Historical Approach (Wodak, 2015) commonly used for media presentation studies is adopted to theorise and categorise the findings.
328 posts of 280995 Chinese characters on Zhihu (similar with Reddit/Quora) were collected. Major referential expressions of CIS were identified and classified by browsing the general word and keyword lists and examining their concordances. Predication analysis based on concordances of the most frequent referential expressions of CIS in the corpus 留学生(们)international student(s). Chi-square tests were conducted to identify significant differences between CIS and other Zhihu users in referential and predication expressions.
It is found CIS were alienated and stigmatised as the problematic “other” through frames of trouble or degenerate, meritocracy, nationalism, populism, collectivism, and misogyny in the corpus though some comments try to challenge those frames and depict CIS as well-behaved people, victims, the socio-culturally marginalized, patriots, ordinary people without privileges or high socioeconomic status, talents, individuals with rights, and cosmopolitans. Comparison between CIS and other Zhihu users reveals both groups use stigmatising discourses against CIS. Apparently, tensions not only exist between CIS and non-CIS but also within CIS. The major difference is that CIS are more likely to object to the “trouble or degenerate” and “meritocracy” frames, present CIS as “socio-culturally marginalized or isolated”, recount reverse culture shocks for CIS, and depict CIS as cosmopolitans while non-CIS group is more likely to oppose the “victim” frame, stigmatize CIS as trouble or degenerates, position them in a meritocratic hierarchy, and perceive them from a collectivism (especially pro-collectivism) stance.
To evaluate generative AI’s performance in supporting automated qualitative analysis within corpus-assisted discourse analysis, similar referential and predication analysis based on ChatGPT was also conducted. Results were compared against findings above. It is found that it performs reasonably well in identifying and categorising referential expressions of CIS but the predication analysis (concordance analysis of the most frequent referential expressions of CIS) is not very accurate.
Social media serves as a forum where individuals, organizations, and businesses can communicate information and opinions on any topic. The apparent anonymity has fostered a lack of moral or social filters for posting content, regardless of whether it's false, discriminatory, or defamatory. This resulted in posts and comments becoming fertile ground for research into representations and discourses. Likewise, a topic that triggers passionate and extreme reactions is gender, particularly concerning women and their struggles for equality, equity, and against physical and sexual violence.
In 2019, the artistic and feminist collective, Las Tesis, performed “A rapist on your way”. Its audiovisual recording went viral on social media, leading to women worldwide replicating it and sparking discussions among users.
This, coupled with advancements in natural language processing, motivated us to conduct a discourse analysis about women in the comments of a YouTube video discussing the representation of this performance across different parts of the world. From a corpus of 14,884 comments on that video, we set two objectives: to determine the prevalent discourses regarding women's roles and to implement and compare two methodological approaches for analysis.
The first involved applying automated methods, employing topic modelling (i.e., Latent Dirichlet Allocation (Blei et al., 2003) and sentiment analysis with Large Language Models (i.e., RoBERTuito (Pérez et al., 2022) and BETO (Cañete et al., 2020)). The second used textual analysis through the Appraisal Theory (Martin and White, 2005). The results indicate that computational models do not provide clarity regarding content and evaluations on social media. However, they are useful for text filtering. The Appraisal Theory allowed us to systematize the areas, actions, and characteristics of women being evaluated, highlighting discriminatory discourse and a literal interpretation of the artistic piece.
Keywords: Sentiment Analysis, Appraisal Theory, Spanish, Large Language Models, Topic Modelling
My research question is: can AI function as a communicator and replace human as an equal discourse participant? For this purpose, the paper focuses on the ways of reproduction of natural discourse production by AI. The most challenging issue from a linguistic perspective is how AI deals with various social and individual factors, which heavily influence the process of natural text construction and natural discourse production. Recent studies reflect general understanding of the problem suggesting the necessity to study artificial intelligence as a communicator within human-computer communication (Broussard 2018, Guzman & Lewis 2020). The most intriguing issue is the challenge AI supported non-human audience can face to identify implicit relations. It requires the study of not only explicit relations built in the process of text construction, but also implicit relations built during discourse production. In this connection, the paper focuses on the ways how AI supported non-human audience identifies explicit and implicit relations during production of AI assisted discourse.
The method of discourse analysis has been applied to study academic (Noam Chomskys Language and Mind), literary (Michael Ondaatje
s The English Patient) and media (Reuters, BBC and The Sun) texts.
On the levels of text and discourse, grammatical and lexical markers of explicit and implicit relations perform key textual functions. Any AI assisted computer can`t participate in human- computer communication without identifying these explicit and implicit relations. For this purpose, AI needs more specific situational knowledge during reproduction of natural discourse.
Despite the fact that the texts under analysis are all in English, the study of the linguistic mechanisms of text construction demonstrates their universal nature. They are more or less common in the languages across genealogical and morphological classifications. This fact can give us a strong argument to consider this universal nature as very helpful for reproduction of natural discourse by AI. By contrast, culture-specific features of natural discourse are obvious obstacles, which could be resolved by alternative algorithms. In addition, AI must deal with genre specific features of each discourse.
Keywords: Natural discourse, human-computer communication, artificial intelligence, explicit relations, implicit relations
Edebiyat Bilimi / Literary Studies
Freytag’ın 1863 yılında yazdığı “Die Technik des Dramas” (Dramanın Tekniği), dramaturji alanında oldukça popüler olmuş bir çalışmadır. Sistematik düzenlenişi ve derinliği Freytag’ın “Teknik”inin teorik değerini oluşturmaktadır. "Teknik", Aristoteles’in Poetika’sında yapılmaya çalışıldığı gibi, kurucu unsurlarını tanımlayarak dramatik edebiyatın nasıl bir mimari yapı biçiminde işlediğini ortaya koymayı hedeflemektedir. Poetika nasıl ki dönemin pratiği üzerinden dramanın mahiyetini (eidos’unu) anlamaya ve açıklamaya çalışıyorsa, Teknik de her dönemde değişen ama yine de onu tanımamızı sağlayan esasa ilişkin bir vurguyla başlar. Freytag’a göre dramatik edebiyatın tekniği sabit ve değişime kapalı bir değildir. Insanın yaşadığı her tür değişim, sanatlardaki gelişmeler, sahneleme ve temsil biçimlerindeki yeni olanaklar dramatik edebiyatın tekniklerini etkilemekte ve değiştirmektedir. Fakat bu canlı değişim içinde dramayı tanımamızı sağlayan temel yasalar da her zaman varlığını korumaktadır. Freytag değişim içinde değişmeyen, aynı kalan şeyin, eidos’un özellikle altını çizmektedir.
Dramatik edebiyatın formuna ya da mahiyetine yönelik bu türden araştırmalar ister istemez bir basitlik algısı da yaratmaktadır. Freytag’ın “Teknik”inin de dramatik edebiyatı kaba bir mekanikliğe indirgediğini iddia edenler olmuştur. Diğer taraftan Freytag’ın çalışmasına yapılan olumlu referansların çoğunda da önemli noktalar gözden kaçmakta; onun, sadece bir modelleme olarak önerdiği “piramit-yapı fikri”, çalışmanın asıl düşüncesiymiş gibi ele alınmakta, hatta Freytag’ın özellikle vurguladığı "zamana bağlı değişim" fikrinin gözden gelinmesine yol açmaktadır.
Freytag, Dramanın Tekniği çalışmasında, etkileyici dramalar oluşturmak için hikâye anlatma tekniklerinin her çağda değişse de özel bir algoritmaya dayandığını; bu algoritmanın her zaman sabit, değişmeyen, formu tanımamızı sağlayan ilkelerden ve değişime açık niteliklerden meydana geldiğini söylemektedir. Freytag'ın algoritması, anlatının her aşamasının hikâyenin genel akışına katkıda bulunmasını sağlayarak izleyiciler için tutarlı ve etkili bir deneyim yaratmayı hedeflemektedir. Freytag bu algoritmanın, çağın anlatı örüntülerinden yola çıkılarak oluşturulması gerektiğini vurgular. Bu çalışmada yapay zekâ destekli sistemlerin, Freytag'ın bu fikrini algoritmalarına dahil ederek, izleyicilerin ilgisini çeken, doğru tempo ve ritme sahip çağın üslubuna uygun etkileyici hikayeler oluşturabileceği iddia edilecektir.
Anahtar Sözcükler: Gustav Freytag, drama, teknik, algoritma, yapay zeka
İtalyan yazar Dino Buzzati’nin 1960 yılında kaleme aldığı eseri Büyük Sır Büyük Portre (Il grande ritratto), bir bilimkurgu, bir öncülleme romanı olarak oldukça dikkat çekicidir. Duygular ve duygulanımlar yoluyla deneyim kazanarak bilinç kazanan bir yapay zekâ etrafında şekillenen anlatı temel itibariyle bir süper bilgisayar ile insan bilincinin bir araya gelmesi üzerine şekillenen bir öyküyü ele almaktadır. Kaldı ki, roman Donna Haraway’in A Cyborg Manifesto (Siborg Manifestosu) başlıklı makalesinden yirmi beş yıl, Philip K. Dick’in kült eseri Do androids dream of electric sheep? (Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?) kitabından ise sekiz yıl gibi bir süre önce kaleme alınması yönüyle ilgi çekicidir. Konusu günümüz okuru için oldukça tanıdık olmasına karşın, Buzzati’nin eseri 1960 yılında yayınlanması dolayısıyla da türün pek çok eserinden önce okuru ile buluşmuş, hatta kimi noktalarda türün belirleyici eseri olmuştur. Nitekim, makinelerin estetik değer üretme kabiliyetine ve de estetik değerin makine algısında oluşumuna dair öncü bir eser konumundadır. Bugün sıklıkla zihnimizi meşgul eden soru(n)lara odaklanmaktadır. Estetik değerin zihinde oluşumu, makinelerin estetik değer üretebilme imkânı/kabiliyeti üzerinden, nöroestetik algıya uzanan bir düzlemde Buzzati okuru çetrefil bir gizeme sürükler. Gizemin merkezinde alışılageldiği üzere Buzzati’nin “tekinsizlik” kavramı ile birlikte bilimin gelişiminin yarattığı teknolojik sıçrama ihtimali de göze çarpmaktadır. Eserde tasvir edilen makinenin, sadece bilinç kazanması değil, aksine bir kimliğe kavuşarak, duygular ve duygulanım çerçevesinde, neredeyse bir cinsiyete sahip olması fikri sıra dışıdır. Bu çalışmanın amacı, Buzzati’nin eserini yapay zekânın nöroestetik ile olan olası bağı içerisinde ele almak, böylelikle de duyguların ve duygulanımların hem insan hem de makine özelinde estetik değer üretmedeki rolüne dair süregelen tartışmalara bir katkı sunmaktadır.
Anahtar kelimeler: Buzzati, Nöroestetik, Estetik, Yapay Zekâ, Bilinç
Auguste de Villiers de L'Isle-Adam'ın on dokuzuncu yüzyılda kaleme aldığı Geleceğin Havva’sı (1886) (fr. L'Eve Future) romanında yer alan Hadaly karakteri, yapay zeka ve insan arasındaki sınırların bulanıklaşmasının ve sorgulanmasının bir erken dönem sembolüdür. Gerek tarihsel, gerek izleksel açılardan bu denli önemli bu karakter, teknolojinin insan ideallerini gerçekleştirme arzusunun bir temsili olarak ortaya çıkar. Bir kadın-android figürü olan Hadaly'nin teknolojik özellikleri, romanın yazıldığı dönemdeki bilim hayranlığı ışığında değerlendirildiğinde bilim ve teknolojinin özellikle erkek-insanın yeteneklerinin sınırlarını zorlayabileceğinin bir metaforu olarak okunabilir. Hadaly eşinin isteklerini dinleyen, gerektiğinde onun ideallerini taklit edebilen, kısacası gördükçe öğrenen, insan görünümünde bir yapay zekadır. Dolayısıyla Aydınlanma Dönemi’nden temellenen ilerici transhümanist kuram açısından bakıldığında Hadaly, erkek-insanın ütopyasıdır. Aynı Hadaly, insanın yaratma arzunun doğurabileceği etik ve toplumsal tehlikeleri de temsil eder. Romanda Thomas Edison’un Hadaly’yi yapma amacı, Lord Ewald’ın partneri Alicia’yı vasat özelliklerinden arındırarak onun mükemmel bir versiyonunu yaratmak istemesidir. Bu noktada Simone de Beauvoir’un İkinci Cinsiyet (fr. Le deuxième sexe) yapıtında ele aldığı kadınlık ve ötekilik yaklaşımları, Hadaly’nin bir kadın olarak temsili ve bu temsilin toplumdaki kadın rollerine dair eleştirileri anlamak bağlamında önemlidir. Beauvoir’un kadınların toplumda nesneleştirilmesi ve ötekileştirilmesi üzerine görüşleri, Hadaly’nin yapay bir nesne oluşu üzerinden toplumsal cinsiyet dayatmalarını incelemek için kullanılacaktır. Bu çerçeveden bakıldığında yapay zeka, L’Isle-Adam’ın roman evreninde kadınların distopyası görünümünü alır.
Böylece Hadaly‘nin aynı anda hem teknolojik ütopya hem de teknolojik distopya temalarının bir metaforu olmayı başarabildiği söylenebilir. Hadaly insan ve insan olmayan arasındaki sınırların bulanıklaşmasını ve erkek-insanın teknolojik zaferini simgelerken, aynı zamanda gelişen teknolojiye rağmen toplumsal cinsiyet rollerinin erkek-insan egemenliğinde olma durumunu ve gelecekte de bu durumun değişmeme korkusunu dışavurur.
Bu çalışmada, Hadaly’nin romanın metaforik ve sembolik dünyasındaki yeri incelenecek; onun yapay zeka oluşu, transhümanizm ve feminizm kuramları çerçevesinde ele alınacaktır.
Anahtar Sözcükler: Geleceğin Havva’sı, yapay zeka, transhümanizm, feminizm, metafor.
Sosyoloji / Sociology
In this presentation, we explore a mode of social inquiry that engages with the intertwined nature of human and machine relations through creative methodologies, particularly research-creation. We advocate for a kind of "sociology of machines'' that moves beyond human-centered paradigms and acknowledges the fundamentality of nonhumans in general, and machines in particular, to sociality. Our work at the intersection of art and technology seeks out a lively research conduct that ludically treats machines, especially thinking and learning machines, as social others. This rather ‘idiotic methodology’ (Michael, 2012) allows us to raise questions about the nature of human machine relationality that normal modes of social inquiry cannot easily reveal or tap into. Building on the centrality of sense and affect for the development of conceptions, our approach employs research-creation practice (Loveless, 2012) to build the outlines of a social theory of machines that reimagines human-machine relations.
So far, the literature mainly focused on relations with machines that reproduce the dominant logic of our contemporary moment: as mass systems of extraction and exploitation (Zuboff, 2019); recursive loops, ladders, and links (Fourcade and Jones, 2020); or machine habitus that cannot but reproduce the existing social order (Airoldi, 2022). One question that is not asked as rigorously, however, is whether these technologies could facilitate different relations in the world; if they could produce different realities that cultivate around not notions of control, domination, and extraction, but freedom and novelty. We take up this challenge in this collaboration that creates sites of playful interactions with machines, exploring meaningful resonances between body-matter sensorium to inform a mode of social thinking that imaginatively engages with the world, and is empowered to inspire alternative visions of human machine relations.
Keywords: human-machine relations; research-creation; sociology of machines; posthuman methodologies; idiotic methodology
Yeni bir tekno-ekonomik paradigma olacağını hissettiren Üretken Yapay Zeka (ÜYZ) sahasında geliştirilen araçların giderek yaygınlaşmasıyla sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda derin ve kalıcı etkilerin ortaya çıkması güçlü bir ihtimal olarak belirmektedir. ÜYZ özellikle bilgi ve kültürel eser üretimi süreci olmak üzere birçok toplumsal ve ekonomik süreci radikal bir biçimde dönüştürmektedir. Bilgi ekonomisi adlandırılan bugünün ekonomik sisteminde söz konusu dönüşümün sadece yazılım sektörüyle sınırlı kalmayacağı ve birçok ekonomik ve toplumsal bir alan için -Schumpeter’in deyişiyle- “yaratıcı bir yıkım”ı heybesinde taşıdığı anlaşılmaktadır. Bilgi üretimi ve edinimi sürecine yaptığı etki eğitim sisteminin ve akademik süreçlerin de bu minvalde köklü bir dönüşüme uğratacağını işaret etmektedir. ÜYZ’ın bu etkilerinin kapsamlı bir şekilde anlaşılması ve öngörülmesi, toplumsal yapılar ve ilişkiler üzerindeki olası sonuçların değerlendirilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmanın temel amacı ÜYZ’ın sosyal etkilerini analiz etmek ve bu analizler doğrultusunda bir çerçeve geliştirmektir. ÜYZ’ın sosyal etkileri; Dijital Sosyoloji perspektifinden ele alınarak, bu etkilerin anlaşılmasını ve değerlendirilmesini sağlayacak bir çerçeve geliştirilmeye çalışılacaktır. Çalışmada Dijital Sosyoloji alanında farklı amaçlarla geliştirilmiş çerçevelerden yararlanarak ÜYZ’a özgü bir sosyal etki çerçevesi önerilecektir. Bu çerçeveyi geliştirirken Social Value International Standards ve OECD-UNDP Impact Standards for Financing Sustainable Development (IS-FSD) gibi çerçeveler de göz önünde bulundurulacaktır. Sosyal etki çerçevesinde istihdam, sektörel dönüşümler, önyargı, kimlik, toplumsal ilişkiler, eğitimde fırsat eşitliği, gözetim toplumu, kültür, sanat gibi sahalar bu etki değerlendirmesinde dikkate alınmaya çalışılacaktır. Bu çalışmanın bulguları, politika yapıcıların ÜYZ’ın sosyal etkilerini yönetmek için stratejiler geliştirmesine, eğitim kurumları ve kamu kuruluşlarının farkındalıklarını artırmasına ve yapay zeka geliştiricilerinin daha etik ve toplumsal açıdan duyarlı yapay zeka sistemleri tasarlamasına yardımcı olabilecektir. Ayrıca bu bulgular araştırmacıların vaka ve saha araştırmalarında belirli ölçekler geliştirmeleri ve analiz yapmaları için yola çıkabilecekleri bir teorik zemine katkı potansiyeli taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Üretken Yapay Zeka, Dijital Sosyoloji, Sosyal Etki, Teknoloji-Toplum İlişkileri
Dilbilim / Linguistics
Corporate social responsibility requires that global brands commit themselves to building a better planet. Towards achieving this goal, how are AI-powered technologies being used for sustainable communication by the corporates? The researchers aim to examine how corporate organisations utilise AI in their brand communication in both the strategic and creative processes in order to establish their commitment to sustainability. By using the case study method, Unilever, a multinational consumer goods company, has been selected due to it’s AI-powered sustainable communication strategies. The various facets being explored are the company’s green product innovation performance, and a stronger relationship with customers through sentiment analysis. We seek to map the digital tranformation that can analyse consumer data to understand preferences and environmental concerns, enabling tailored communication that resonates with each market segment. By analysing how transparency and traceability in AI-powered tools can be used to track the environmental impact of a brand's supply chain, transparent communication of sustainability efforts can be achieved. AI can analyse communication channels and identify the most sustainable options for reaching target audiences and minimising environmental footprint. The case study of Unilever will provide concrete examples of how AI is being implemented to achieve these goals. The paper will conclude by discussing the broader implications of AI-powered sustainable communication for the future of brand strategy, brand positioning, customer engagement, and personalised experiences.
Keywords: AI-powered technologies, corporate social responsibility, sustainable communication, brand strategies, Unilever
ab-to-boost-innovation-technology-and-collaboration/
The increasing demand for rapid translation of large volumes of data has led to the widespread use of machine translation tools, with Google Translate being one of the most popular. Although numerous studies have examined Google Translate, research on the Russian-Turkish translation pair remains limited. This study aims to conduct an error analysis of Google Translate's performance in translating between Russian and Turkish, evaluating the accuracy and quality of these machine translations. The primary material for this research comprises news texts used by the author in teaching the basics of professional translation for Russian-Turkish language pairs.
The analysis focuses on identifying and categorizing various types of errors, such as lexical, syntactic, semantic, and stylistic discrepancies. The results of this study are intended to be utilized in training Russian-Turkish translators, emphasizing the practical use of machine translation services rather than discouraging their use or relying on outdated translation methods. The findings highlight significant challenges faced by Google Translate in handling the unique linguistic and cultural nuances of Russian and Turkish, including grammatical structures, idiomatic expressions, and contextual meanings.
The discussion section interprets these results, offering insights into the strengths and limitations of Google Translate for these language pairs. This study contributes to the broader understanding of machine translation performance and provides suggestions for enhancing the effectiveness of Google Translate for Russian and Turkish translations.
As a new wound to human narcissism, the new situation with generative AI gives rise to the circulation of old and new affirmations of irreducibility, some more helpful than others. Engaging with the technological developments of his time, Heidegger famously declared how “cybernetics transforms language into an exchange of news….renders language operational and thus holds mastery over the essence of man”. With generative AI, cybernetics may well have “scored” against language as a domain of irreducible human singularity, the essence of man be “damned”.
The pharmakon has made a spectacular return and everyday a large portion of human beings hand over their linguistic decisions to the smart and pretty mirror of the machinic outcomes of language processing.
This talk proposes to tackle this situation not so much as an ontological issue of the essence of the human, as one of the practice of writing. The sudden uptake of the “prompt and response” genre, may, despite a beneficial symbiotic possibility, spell an impoverishment for creative or thoughtful struggles with language, favoring products over processes in all kinds of writing (or “scripting”).
Instead of just leaving us with a sense of how right the German thinker was, this should drive us to make an effort to be more specific: It is easy to outline the huge gain in time and efficiency made possible by generative AI in writing. But if there is an impoverishment of linguistic skill and practice, where exactly might it lie? Historically informed by Naomi Baron’s narrative of a gradual drive toward efficiency in approaches to language in AI, this talk will take up two specific headings, where struggle is needed and possible: the shaping of a sentence including the space between sentences (Verlyn Klinkenborg) and the experience of meaning (Jan Zwicky).
Keywords: prompt engineering, sentence, large language models, probability, Gestalt
Felsefe / Philosophy
Yirminci yüzyılın ikinci yarısı itibarıyla hayatımıza giren yapay zeka teknolojisi, gerek felsefi gerek bilimsel arenada geniş katılımlı ve hararetli tartışmaların fitilini ateşledi. Bu alandaki teorik ve pratik tartışmalar büyük ölçüde bilim insanları ve entelektüeller arasında gerçekleşirken, toplumun büyük çoğunluğu zeki makineler fikri ile “bilim-kurgu” filmleri aracılığıyla tanışmaktaydı. Ancak “bilim”den çok “kurgu”nun –özellikle de bilinçli/duyarlı robotların– ön planda olduğu filmler aracılığyla gerçekleşen bu tanışıklık, toplumun büyük kesiminde yapay zekaya ilişkin bilimsel/felsefi temelden yoksun bir takım kanıların ve önyargıların ortaya çıkmasına neden oldu. Dahası, geçtiğimiz birkaç yıl içinde yapay zeka destekli uygulamaların tüm internet kullanıcıları tarafından erişilebilir hale gelmesi ve her alanda kullanılmaya başlaması ile birlikte yapay zekanın bugününe ve yarınına ilişkin sözde-bilimsel, dezenformatif ve hatta manipülatif içeriklerin sayısında da muazzam bir artış gerçekleşti. Bu içeriklerin, henüz yapay zeka teknolojisinin mahiyetine, teorik ve pratik temellerine ilişkin yeterli malumatı olmayan bireyler tarafından bilinçsizce tüketilmesi, yapay zekaya ilişkin bilgi kirliliğinin oldukça kısa bir süre içinde kaygı verici bir biçimde artmasına da sebep oldu. Özellikle yapay zekanın bilinç kazanmasının yakın olduğuna ilişkin –geçerliliği tartışmalı– iddiaların sosyal medyada hızla yaygınlaşması, bu alandaki epistemolojik kaosu daha da besledi. Tam da bu nedenle “düşünen, hisseden, anlayan makineler icat etmeye gerçekten yakın mıyız?” sorusu bugün felsefi açıdan cevaplanması en elzem sorulardan biri haline gelmiştir. Alanın uzmanlarının da dikkat çektiği üzere yapay bilinç üretmenin olanaklı olup olmadığına ilişkin tartışmanın ontolojik bir zeminden hareketle, felsefi bir tavırla yürütülmesi gerekmektedir. Çağdaş filozofların, bilincin doğasına ve “gizemine” ilişkin analizlerini hesaba katmadan, yapay bilinç tartışmalarının tutarlı ve verimli bir biçimde sürdürülmesi olanaklı görünmemektedir. Nitekim bu bildirinin amacı, “yapay bilinç” ifadesini çağdaş bilinç kuramlarından hareketle, eleştirel bir biçimde ele almak ve duyarlı makineler icat etmekten aslında ne denli uzak olduğumuzu öne sürmek olacaktır.
Teknolojik gelişmeler ile birlikte yapay zeka (YZ) çalışmalarının hız kazanması, bu sistemlerin bilinç düzeyine ilişkin felsefi soruların ortaya çıkarmasına yol açmaktadır. Yapay zekanın kendilik bilinci taşıyıp taşıyamayacağı üzerine tartışmalar, Kant’ın apperzeption (tamalgı) kavramı çerçevesinde ele alındığında karşımıza güçlü bir tartışma alanı açılmaktadır.
Kant’ın apperzeption kavramı, düşünen öznenin kendi düşünme etkinliğinin bilincinde olma yetisine işaret eder. Tüm deneyimlerin transendental yetiler temelinde ortaya çıktığı Kant felsefesinde, bu yetilerin bir arada ve düzenli biçimde çalışabilmesini ve böylece deneyimlerin birliğini sağlayan saf düşünce etkinliği apperzeption’dur. Apperzeption öznenin deneyimlerini bir arada tutarak kendilik bilincini sağlar. Apperzeption kavramı yapay zeka açısından nasıl düşünülebilir?
Yapay zeka, karmaşık veri işleme yeteneklerine ve belirli görevlerde insan performansını aşabilme yeteneğine sahip olsa da bu sistemlerin kendilik bilincine sahip olup olmadığı tartışma konusudur. Kendilik bilinci, yalnızca veri işleme ve karar verme yeteneklerini değil, aynı zamanda öz farkındalık, duygular ve deneyimlerin bütüncül bir şekilde kavranmasını gerektirir. Bu bağlamda, Kant’ın apperzeption kavramı, yapay zekanın bu tür bir bilinç geliştirme yeteneğine sahip olup olamayacağını soruşturmak için önemli bir düşünme alanı sağlar.
Kant felsefesi açısından, yapay zekanın apperzeption fiilini gerçekleştirebilmesi için, kendi düşüncelerinin ve deneyimlerinin bilincinde olması gerekir. Ne var ki, mevcut yapay zeka sistemleri, genellikle programlanmış algoritmalar aracılığıyla veri işleyen ve belirli girdilere belirli çıktılarla yanıtlar veren araçlar olarak gelişmiştir. Başka bir ifadeyle, bu yapay zeka sistemleri, deneyimlerini bilinçli bir şekilde bir arada tutma yeteneğine sahip değildir.
Sonuç olarak, yapay zekanın kendilik bilincine sahip olabilmesi için, yalnızca teknik ilerlemeler değil, aynı zamanda bilinç ve öz farkındalık gibi felsefi kavramların da yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Kant’ın apperzeption kavramı, bu tartışmada yapay zekanın sınırlarını ve gücünü anlamak için önemli bir referans noktasıdır. Bu çalışma, yapay zekanın kendilik bilinci geliştirme potansiyelini ve bunun felsefi sonuçlarını incelemeyi amaçlamaktadır.
Anahtar Sözcükler: Kant, tamalgı, kendilik, bilinç, yapay zeka
Yapay zeka (YZ) ve onun altında yatan derin öğrenme modelleri, günümüzde birçok alanda insan başarımlarını aşan sonuçlar elde etmektedir. Ancak bu teknolojilerin başarılı sonuçlar üretirken gerçekten “anlayıp anlamadığı” sorusu, felsefi ve bilimsel bir tartışma konusu olarak önemini korumaktadır. Bu konuşmada, dil işleme temelli derin öğrenme modellerinin işlevlerini değerlendirirken, onların ne yaptıklarını anlamadan işlem yaptıkları savını ele alacağız.
Bu bağlamda öncelikle, Rosenthal’ın üst düzey bilinç anlayışı çerçevesinde YZ’nin bilinç ve anlamdan yoksun olduğu savını inceleyeceğiz. Rosenthal, bilinçli deneyimlerin üst düzey bilişsel işlemlere dayanarak oluştuğunu savunur. Bu kapsamda, bir yapay zeka sisteminin belirli görevleri yerine getirebilmesinin ötesinde üst düzey bilişsel süreçler taşıyıp taşımadığını tartışacağız. YZ’nin şimdilik insan benzeri bilinç deneyiminden yoksun olarak, sadece matematiksel ve istatistiksel işlemler gerçekleştirdiği ve bu işlemleri “anlamadan” yaptığı sonucuna varacağız.
Ardından, Penrose’nun hesaplamanın anlama ve kavramadan farklı olduğunu vurgulayan yaklaşımını değerlendireceğiz. Penrose, bilinç ve anlama süreçlerinin sadece hesaplamaya indirgenemeyeceğini savunur. Bu yaklaşımdan hareketle, YZ’nin bilgi işleme yeteneklerinin sınırlılıklarını ve bu sınırların anlama yetisinin üzerindeki etkilerini irdeleyeceğiz. YZ’nin, verileri işleyip model oluşturma yeteneğinde olmasına karşın, bu işlemleri anlamlı bir deneyime dönüştüremediği sonucuna varacağız.
Sonuç olarak, YZ teknolojilerinin eldeki yeteneklerinin, anlamadan işlem yaptıkları yönündeki görüşü desteklediğini öne süreceğiz. Böylelikle, gelecekteki YZ araştırmalarının bilinç ve anlama üzerine daha derinlemesine odaklanabilmesinin koşullarını serimleyeceğiz. YZ’nin potansiyel ve sınırlarını değerlendirerek, bu sınırların aşılma olanaklarını değerlendirerek konuşmamızı tamamlayacağız.
Anahtar Sözcükler: Yapay Zeka, Üst Düzey Bilinç, Hesaplama, Anlama, Kavrama
EBSCO ile Bilimsel Araştırmanın Geleceğini Şekillendirmek: Yapay Zeka ve Dergi İndekslenmesi
Shaping the Future of Scientific Research with EBSCO: AI and Journal Indexing
Felsefe / Philosophy
Reclaiming the Human Self: The Necessity of Integrating Ethics in Generative AI Development
The rapid advancement of AI technology has significantly changed how we view human-technology interactions. As new generative AI technologies aim to replicate human cognitive functions such as decision-making, projection, memory, comparison, and abstraction, the concept of the self—which unites all these functions—takes on a new dimension. Currently, the discourse guiding the development of these technologies often strips the human self of its ethical nuances and reduces it merely to the computational abilities of the mind. This reductionist approach portrays humans in both cognitive (Chemero, 2023) and cultural (Atari et al., 2023) terms in an overly simplistic manner during the technology development phases. We believe this perspective overlooks the complexity of the human self and poses serious ethical challenges. We argue that integrating ethics that recognize the embodied and culturally embedded nature of the self into the development of generative AI technologies is crucial to addressing this narrow view of the self. Our discussion will explore how the current discourse is shaped by this new understanding of the self and will highlight the features of the "reduced self." We will then discuss the theories of embodiment and the phenomenology of cognitive science (Varela, Thompson, & Rosch, 2017) for the integration of the ethical self. We advocate for the role of ethics on two levels to counteract this reductionist view: the first level involves the need for adopting a meta-ethical discussion in the development of AI and all emerging technologies to guide our efforts. The second level requires incorporating ethical considerations into the development and design processes of these technologies. We conclude that ethical interventions that consider the embodied and culturally embedded self are essential to overcoming ethical issues such as discrimination and bias and also provide a strong methodological perspective for the interdisciplinary approach to AI ethics.
Keywords: generative AI, embodiment, ethical self, AI Ethics, technology
Abstract
This study investigates the complex relationship between generative AI and social sciences, focusing on three critical issues: biases in AI systems, assessment of AI-generated text accuracy, and ethical-legal challenges associated with AI use. The research is grounded in the conceptual frameworks of algorithmic fairness (Mehrabi et al., 2021) and responsible AI development (Dignum, 2019). Using a mixed-methods approach, 50 AI experts and 200 non-expert users have responded so far to online surveys which explore their perceptions and concerns surrounding these issues. Quantitative data were analyzed using descriptive (i.e. means, standard deviations and frequencies) and inferential statistics (i.e. chi-square tests and t-tests), while qualitative responses underwent thematic analysis (Cohen's kappa > 0.80). Key findings include: 78% of AI experts consider bias a significant issue in current AI systems; 62% of non-experts express concern about AI-generated content biases. For accuracy assessment, 73% of experts advocate for a combination of quantitative metrics and human evaluation. Ethically, 89% of experts and 67% of non-experts support increased AI regulation. The study also revealed a significant gap between expert knowledge and public understanding of AI capabilities and limitations. Experts identified training data (89%) as the primary source of AI bias, while non-experts showed limited awareness of the technical aspects of AI systems. The results underscore the need for interdisciplinary approaches to mitigate AI biases, improve accuracy assessment methods, and develop comprehensive ethical frameworks for AI in social sciences. This study contributes to the growing body of literature on AI ethics and provides valuable insights for policymakers, researchers, and practitioners working at the intersection of AI and social sciences. Future research directions can include longitudinal studies on AI perception and case studies of AI implementation in specific social science domains.
Keywords: Generative AI, Social Sciences, Bias, Accuracy Assessment, AI Ethics
Edebiyat Bilimi / Literary Studies
Son yıllarda daha hızlı gelişme gösteren yapay zeka uygulamaları birçok alanda kendine yer bulabilmektedir. Bu bağlamda yapay zeka teknolojilerinin eğitim alanında kullanımı, diğer alanlarda olduğu gibi son yıllarda giderek artan bir ilgi görmektedir. Ancak literatüre bakıldığında yapay zekanın daha çok yükseköğretim öncesi seviyesindeki eğitim süreçlerinde veya daha ziyade sayısal ağırlıklı alanlarda kullanıldığı görülmektedir. Hâlbuki yapay zeka uygulamaları eğitimin her seviyesinde ve “en sözel alan” sayılabilecek edebiyat eğitiminde de kullanılabilir. Bu düşüncelerden hareketle çalışmada Eski Türk Edebiyatı eğitiminde yapay zekanın kullanımı üzerine bir uygulama gerçekleştirilmiştir. Çünkü Eski Türk Edebiyatı kapsamında işlenen gazeller her ne kadar çok soyut bağlamlar, iğretilemeler, benzetmeler ve daha birçok edebi sanatlarla süslenmiş olursa olsun bu beyitlerin mazmun adı verilen bir somut bağlama dayalı olduğu bilinmektedir. Mazmun adı verilen ve şiirin arka planını oluşturan bu mazmunlar anlaşılmadıkça şiirin hayal ve imge dünyasına girmek mümkün olmayacaktır. Somut unsurlardan oluşan bu mazmunların görseller eşliğinde öğrencilere sunulması eğitim niteliğinin olumlu yönde artmasına olumlu katkıda bulunacaktır. Bu bağlamda çalışmada Eski Türk Edebiyatının en son ve en büyük şairlerinden Şeyh Galip’in meşhur “düştü” redifli gazeli örnek olarak kullanılmıştır. Katılımcılar İstanbul’da bir devlet üniversitesinin Türkçe Eğitimi Anabilimdalı lisans öğrencileridir. Yaş ortalamaları 19 olan katılımcılar lisans 2. sınıf öğrencileridir. Çalışma, nicel araştırma yöntemlerinden tarama çalışması desenindedir. Çalışmada ilk olarak Şeyh Galip’in “düştü” redifli gazeli sınıf ortamında geleneksel yöntemle işlenmiştir. Daha sonra bu beyitlerdeki anlam dünyasını daha iyi kavrayabilmek amacıyla Microsoft tarafından geliştirilen yapay zeka uygulaması Copilot’tan bu beyitlerdeki mazmunları görsel olarak üretmesi istenmiştir. Copilot tarafından üretilen görseller, hem slayt hem de google classroom uygulamaları aracılığıyla öğrencilerle paylaşılmıştır. Katılımcılara Copilot’un Eski Türk Edebiyatı derslerinde kullanımının uygunluğu ve bu dersteki performansının başarısı konusundaki görüşleri sorulmuştur. Veriler google formlar aracılığıyla toplanıp analiz edilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre katılımcıların çoğu Copilot’un Eski Türk Edebiyatı derslerinde kullanımının faydalı/uygun olduğu, bununla birlikte Copilot’un daha fazla geliştirilmesi gerektiğini savunmuşlarıdır.
Anahtar Kelimeler: Eski Türk Edebiyatı, Copilot, yapay zeka, Türkçe Eğitimi, Şeyh Galip
Bilişim teknolojilerinin yeni eşiği olan yapay zekâ, kavramsal çerçevesiyle mühendislik ihtisası gerektiren bir alan biçiminde görülse de onun dönüşüm ve gelişimi için sosyal bilimlerin varlığı başat unsurlardan biri olarak değerlendirilmelidir. İnsanın yaratım gücünü taklitle ortaya çıkan ve yaratım hızında, referans aldığı insan zekâsının çok ötesine geçen bu teknolojinin özgünlük konusunda da aynı niteliklere sahip olup olmadığı tartışmaya açıktır. Sayısal işlemlerde değişmez sonuçlara ulaşan yapay zekânın talep edilen yaratım edebî bir metin üretimi olduğunda aynı birikime sahip olmadığı malumdur.
Çalışmamızın amacı, yapay zekânın kuvvetli bir beslenme kaynağı olan sosyal bilimlerde yeniden üretim ve yaratımlarda ne derece başarılı sonuçlar ortaya çıkarabildiğini tartışmaya açmaktır. Teoride herhangi bir yazarın adını vererek onun biçemiyle metinler üretebilen bu teknolojinin pratikte de aynı sonuçları, Türk edebiyatı kapsamında ve dışarıdan bilgi girişiyle yapıp yapamayacağı test edilmiştir. Tüm bunları ortaya koymak için elde edilen metinlerin özgünlüğü, akademik çalışma için yapay zekâ kullanımının etik değerlere uygunluğu üzerine sorgulama yapma fırsatı da doğmuştur.
Çalışmada yapay zekânın görece etkisiz kaldığı edebî üretim noktasında sınırları araştırılmış ve şekil bilgisine dair kavrayışını ölçebilmek için yapay zekâya ölçü, durak, kafiye ve redif kavramları öğretilerek edindiği bilgilerle ondan örnek şiirler oluşturması istenmiştir. Öte yandan halk edebiyatı, divan edebiyatı ve Cumhuriyet Dönemi’nden seçilen şairlerin şiir tarzı, sözcük kullanımları, sanat tercihleri, biçemleri, nazım şekilleri tanıtılarak ilgili ekolde de şiirler oluşturması beklenmiştir. Öğrenme modu açık olarak verilen komutların yapay zekâ tarafından işlenmesi neticesinde ise tarafımızca Yapay Âşık Sanalî olarak adlandırılan yapay zekânın kendi kendine âşık atışması yapması, lebdeğmez gibi bir hüner göstermesi ya da istenen sanata uygun dize/ler hazırlaması sağlanmıştır. Çalışma süresince elde edilen eserlerin gönüllü katılımcılar tarafından, içeriklerin bir yapay zekâ aracılığıyla üretildiğinin bilgisi verilmeden, yorumlanması anket yöntemiyle sağlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: yapay zekâ, yapay âşık, sosyal bilimler, edebiyat, akademik etik
Yapay Zekâ Uygulamaları / Artificial Intelligence Applications
Simulasyon çağının tartışılan en önemli konularından biri yapay zeka olgusunun gerçeklikleri ve insanlığa sunduklarıdır. Günümüz teknolojisi sosyal bilimler alanına getirdiği yeniliklerle olumlu ve olumsuz çıkarımlar sunmaktadır. Yapay zeka teknolojisinin bu bağlamda sinema alanına sunduğu olanaklar sinemanın özünün değişimine dair tartışmaları sinema teorileri açısından gündeme getirmektedir. Bu tartışmaların odağa aldığı konulardan biri deep fake kavramıdır. Deep fake, sinemada yapay zeka aracılığıyla kullanılan bir yöntem olarak sinemanın gerçekliğine ve özüne dair önemli sorgulamaları ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışma, Tübitak 3005 destek programı çerçevesinde desteklenen ‘'Sinema Alanında SeyirDeneyimlerine İlişkin Medya Değişimi ve Geleceğe İlişkin Tahminler, Stratejiler ve Çözümlemeler'' başlıklı projenin tartışmaya açtığı konularla bağlantılı olarak yapay zeka teknolojisinin sinema alanında yaratacağı değişimleri ve dönüşümleri film felsefesi bağlamında da sorgulamaya açma hedefindedir. Film fenomenolojisi, olguların ve görüngülerin ötesine geçerek anlamlandırma yolu sağladığı için varsayılan ve öncelenen kavramların da tekrar sorgulamaya tabi tutulmasını sağladığı için çeşitli soru yöntemleri üretebilme olanağı sağlamaktadır. Film fenomenolojisinin önemli konularından biri olan haptik kavramı bu açıdan beş duyunun da ötesine geçen duyumsama algısını tekrar dönüştürmektedir. Dünya sinema tarihinde yapay zeka teknolojisiyle deep fake kullanan film örnekleri temelinde haptikle, yapay zeka teknolojisinin deep fake bağlamında sundukları tartışmaya açılmaktadır. Bu bağlamda, yapay zekanın sinema alanında kullanımına dair gerçekleşecek sorgulamalar Jean Baudrillard’ın simülasyon teorisi çerçevesinde de temellendirilerek, farklı konularla ilişkilendirilerek özgün tartışmaların gündeme getirilmesi amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Sinema, yapay zeka, deep fake, simülasyon teorisi, film fenomenolojisi, haptik.
İnsanın yapay zekâ ve robotlar ile kurduğu ilişki bilim kurgu literatürünün uzun zaman ilgisini çekmiştir. Makinelerin insan gibi davranması, yapay zekanın empati kurabilmesi gibi gelecek hakkında ütopik ya da distopik olarak oluşturulan kurgular dijital dönüşümle birlikte değişen toplumları anlamak için sosyal bilimcilere yardımcı olabilir. Steven Shaviro’nun vurguladığı gibi, bu tür kurgular dünyayı anlamanın bilimsel yöntemleriyle çelişiyor gözükse de aralarında güçlü rezonanslar vardır, ikisi de spekülatif ekstrapolasyon sürecidir. Dolayısıyla bilimsel hipotez kurmak ve test etmek ile kurgu oluşturmak birbirlerinden tamamen farklı değildir. Filozoflar ve sosyal bilimciler yüzyıllardır toplum üzerine düşünüp yazarken zaten ütopik ya da distopik kurgular oluşturmaktadırlar. Dolayısıyla bilim kurgu eserleri günümüzü anlamak için kullanılabilir. Bu çalışmanın amacı da insan ve yapay zekâ arasındaki kurulabilecek ilişkiyi Stanislav Lem’in Solaris eseri üzerinden tartışmaktır. Aslında Lem’in romanındaki şey ne bir yapay zekâ ne de bir robottur. Fakat romanda bahsedilen dünya dışı yaşam formu maddeleşerek insan formuna bürünmektedir. Bu yeni yaşam formu, anılardan beslenirken tıpkı bir yapay zekâ gibi davranmakta ve sahip olduğu hafızayla içinde bulunduğu durum arasında ilişki kurmaya çalışmaktadır. Fiziki biçimiyle ise insandan daha güçlü, sanki bir nevi robot ya da siber organizmaya benzemektedir. Bu nedenle Lem’in eseri insanın yapay zekâ ya da robotlarla gelecekte kurabileceği ilişkileri anlamak için faydalı olabilir. Dolayısıyla Solaris eserinde bulunan ütopik ve distopik unsurlar insanın yapay zekâ ya da robotlarla gelecekte kuracağı ilişkileri anlamada metodolojik bir araç olarak kullanılabilir ve bu anlamda bir bilimkurgu sosyolojisi yapılabilir. Bu doğrultuda tartışma Herbert Marcuse, Fredric Jameson ve Ruth Levitas’ın görüşlerinden hareketle yürütülecektir.
Anahtar Sözcükler: Yapay zeka, Bilim kurgu, Solaris, Ütopya, Distopya
Çocukların sanat yoluyla ifade ettikleri duyguların, düşüncelerin ve hayallerin incelenmesi, psikoloji, eğitim ve sanat alanlarında geniş bir literatürle desteklenmektedir. Yapay zekâ tabanlı sistemlerin sanat eserlerinin analizinde ve yaratılmasında kullanılması, sanat dünyasında yeni perspektiflerin keşfedilmesine olanak tanımaktadır. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılı, ülkemizde ve uluslararası düzeyde büyük bir öneme sahiptir ve bu önemli dönemi kutlama çabaları çeşitli disiplinlerde ilgi uyandırmaktadır. Çocukların katılımı ve bakış açıları, toplumun kültürel ve sosyal değerlerini anlama açısından önemli bir araştırma alanı olmuştur. Bu bağlamda, çocukların Cumhuriyet idealine yönelik algılarını ve hayallerini incelemek, gelecek nesillerin Cumhuriyet mirasına olan bağlılığını anlamak için önemli bir adımdır. Bu çalışma ile Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlamaları kapsamında "100 Çocuğun Hayalindeki Cumhuriyet Kutlamalarını", yapay zekâ tabanlı görsel oluşturucu Dall-e3 programına girilmesiyle 100 adet Cumhuriyet kutlaması resminin elde edilmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda çocukların hayallerinden elde edilen resimler ile fiziksel ve sanal sergi oluşturulmuş, insanlar davet edilmiş ve bu sergiler tüm insanların görebileceği şekilde okul konferans salonunda fiziksel olarak, web sayfasında ise sanal olarak gösterime sunulmuştur. Sergileri toplamda 584 kişi ziyaret etmiştir. Sergi gezileri sonrasında katılımcılar ile görüşmeler yapılmış ve bu görüşmelerden elde edilen veriler analiz edilmiştir. Elde edilen verilerden yola çıkılarak sergilerin beğenildiği, Cumhuriyet kutlamalarının gelişen teknolojilerle entegre edilmesinin gurur verici olduğu, yapay zeka araçlarının ne amaçlarla kullanılacağına örnek teşkil etmesi, araştırma neticesinde elde edilen bazı sonuçlardandır. Yapay zekâ araçlarının eğitimde kullanımı artırılarak, sanal sergilerin çeşitli disiplin, alan ve temalarda sergiler oluşturularak çevrimiçi olarak tüm insanların kullanımına sunulabilir. Ayrıca sanal sergiler, sanal müzelere dönüştürülerek okul müzeleri oluşturulabilir. Okulların fiziksel koşullardan dolayı oluşturamadıkları okul müzeleri çevrimiçi ortama taşınarak okulların tarihlerine ışık tutulabilir ve bu sayede okul müzelerinin kalıcılığı sağlanabilir.
Anahtar Kelimeler: Cumhuriyetin 100. Yılı, Dall-e3, Sergi, Sanal Sergi, Yapay zekâ ve sanat
Felsefe / Philosophy
Yapay zeka alanının insan etkileşimine en açık olan alanı olan doğal dil işleme (DDİ) teknolojilerinin yükselişi özellikle sosyal bilimler açısından yeni bir çağın başlangıcına işaret etmektedir. Eleştirel düşünce ise insan olmanın temel belirleyicilerinden olan “zeka”nın en belirgin özelliğine işaret etmektedir. Bu yazı, DDİ teknolojileri ile eleştirel düşünceyi farklı açılardan karşılaştırmayı vadetmektedir. Bu amaçla metnin ilk kısmında doğal dil işleme teknolojilerinin genel bir tanımı yapılarak bu alandaki gelişmelere işaret edilecektir. Metnin ikinci kısmında eleştirel düşüncenin özelliklerinin aktarılması hedeflenmiştir. Metnin son kısmı ise doğal dil işleme teknolojileri ve eleştirel düşünce arasındaki etkileşimden ortaya çıkabilecek olumlu ve olumsuz etkiler ile dikkat edilmesi gereken hususlara ayrılmıştır.
Anahtar kelimeler: Yapay zeka, doğal dil işleme teknolojileri, eleştirel düşünce, mantık.
Yapay zeka düşüncesi, analitik felsefi geleneğin birikimleri içerisinde ortaya konulmuştur ve bu gelenek bilginin makinede nasıl temsil edileceği üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. 19. ve 20. yy matematik felsefesi çalışmaları Alan Turing üzerinden yapay zeka kavramının doğmasında rol oynamıştır. Analitik felsefe içerisinde rasyonelite simge manipülasyonu üzerinden ele alınmıştır. Kurt Gödel’in tamamlanmazlık teorisi sonrasında Turing’in ortaya koyduğu hesaplanabilirlik teorisi bu analitik geleneğin pratikte devamı iken bilgi anlayışı bakımından bir kopuşun temsilidir. Aynı sembol temelli anlayışın dildeki yorumu ise Rudolf Carnap ile öne çıkmıştır. Dilin sentaksa indirgenemezliğine ulaştıktan sonra ise Carnap biçimsel ispat yerine biçimsel gösterimi önceleyen yeni bir teori ortaya atmıştır. Ray Solomonoff tarafından yorumlanarak pratiğe dökülen Carnap’ın çalışmaları ise makine öğrenmesi metotlarının temellerinden birini oluşturmuştur. İspat ve gösterim, Turing’de temellendireceğimiz AM gibi kural temelli ilk yapay zeka uygulamalarından Solomonoff’da temellendireceğimiz veri odaklı Bayes’ci uygulamalara geçişin arka planında verinin ve bilginin nasıl anlaşıldığına dair bir ayrımın felsefi göstergeleridir. Sosyal bilimler ve özelde bilimsellik tartışmasını yürüten analitik felsefenin insana ve bilgiye dair paradigmaları, tamamlanmazlık teorisi sonrasında pragmatik gelişme göstermektedir. Güncel makine öğrenmesi metotları ile açılan yeni bilgi ufku ise pratik bilginin felsefi konumu bakımından sorgulanmalıdır. Bu bağlam içerisinde matematik felsefesi çalışmalarından semantiğe çektiğimiz bilginin temsili tartışması, güncel makine öğrenmesi metotları ile (transfer learning, embeddings ve transformers) pratik zeminde cevaplanmaktadır. Bu değişimi mümkün kılan, yapay zekanın başlangıç yıllarındaki ispat temelli otonom yaklaşıma karşılık günümüzde bilgisayarı bilgi temsilinde araçsallaştıran insan-makine etkileşimidir. Sonuç olarak, günümüzde semantiği ispatlamaksızın erişilen zemin rasyonaliteye ve yapay zekada makinenin insandan bağımsız düşünülmesine ilişkin varsayımlarımızın gözden geçirilmesinin gerekliliğine dair bir işarettir.
Anahtar Sözcükler: Makine öğrenmesi, bilgi teorisi, analitik felsefe, bilgi temsili, büyük dil modelleri
Felsefe / Philosophy
Daedalus, Yunan mitolojisinde dehayı, bilgiyi ve bilgiyle kurulan gücü temsil eder. Bu mitolojik karakter, otomatlar, mimari yapılar ve labirentler gibi zamanının büyük icatlarıyla doğanın ve evrenin sınırsızlığı karşısında yeni keşifler ortaya koymuştur. Aklın rehberliğiyle ortaya konulan bu keşifler, insanın sınırlılıklarını aşmayı hedeflemiştir. Ancak bu zanaat faaliyetlerinin arkasında derin bir trajedi yer almaktadır. Kral Minor tarafından hapse atılan Daedalus, oğlu İkarus’la beraber labirentten kaçmak için balmumu kanat yapar ve labirentten kurtulduğunda bu sefer güneşe yaklaştığı için ölür. Daedalus bu bağlamda insanın dünyadaki arayışını ve bu arayışların yıkıcı ve trajik sonuçlarını barındırması bakımından tekniğin ve teknolojinin insanın yaşamındaki çift anlamlı etkisini sembolize etmektedir.
Teknik ve teknolojinin yaşama etkileri açısından söz konusu mitos önemli içerikler sunmaktadır. Teknoloji akıl dolayımıyla yaşamı kolaylaştırma amacı taşırken bu süreçte çağdaş toplumun kökenlerine yerleşen belirleyici bir unsura dönüşmektedir. Yapay zeka teknolojilerinin ve uygulamalarının artışıyla söz konusu süreç geri döndürülemez hale gelmektedir. Bu bağlamda uzun bir tarihsel silsilede tekniğin insan yaşamındaki trajik etkisi giderek artmakta; ahlaki, kültürel, toplumsal ve politik düzeylerde dönüştürücü kuvveti derinleşmektedir. Gelinen noktada teknolojinin insan yaşamındaki trajik sonuçlara yol açan etkisi göz ardı edilmekte ve teknolojik faaliyetler faydaları nedeniyle koşulsuzca olumlanmaktadır. Mevcut çalışma anlatılanlardan hareketle iki temel ekseni odağına almaktadır. Bunlardan ilki, çağımız teknik ve teknoloji anlayışının yaşamı tekil boyutlarla sınırlandırması ve insanın trajik yönünü ortadan kaldırmasıdır. İkinci olarak yapay zeka ve dijital çağın, olgusal deneyim alanını giderek daraltması ve yaşamı tek yönlü bir fonksiyona indirgeyerek dijitalize etmesidir. Mevcut sunum, bu bağlamda Daedalus anlatısından yapay zekaya uzanan uzun tarihsellikte teknik ve teknolojiye ilişkin ortaklaştırıcı ve ayrıştırıcı unsurları irdelemeyi amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Daedalus, Teknoloji, Yapay Zeka, Trajedi, İnsan
Felsefe tarihinde çokça tartışılan paradokslardan biri olan Buridan’ın Eşeği paradoksunda, bir eşek iki eşit derecede cazip samanın önünde durur ve kararsızlığı sebebiyle aç kalarak ölür. 14. yüzyıl düşünürü Jean Buridan’a atfedilmesine rağmen kendisi böyle yazı kaleme almamıştır. Ancak benzer paradokslar çok öncesinden beri mevcuttur. İlk örneklerinden biri Aristoteles’te görülür: aç ve susuz bir adam eşit uzaklıkta olduğu yemek ve suya gitmektense olduğu yerde kalır. Gazali de çok benzer bir paradoks ortaya koyar ve tartışır. Paradoks temelinde özgür irade ve karar verme mekanizmalarına dair bir sorgulamaya yol açmaktadır.
Söz konusu paradoksa farklı bakış açıları ile yaklaşılmıştır. Leibniz, hiçbir zaman ideal bir ortamda böyle bir sorun ile karşılaşamayacağımızı söyler ve paradoksun olanaksızlığına işaret eder. Spinoza, bu durumda bir insanın öleceğini kabul ederken Gazali insanın seçim yapıp ölmeyeceğini söyler. Simplicius bu seçimin ilk denk gelinen yönünde olacağını söyler. Bazı düşünürler ise seçimin rastlantısal olduğunu, belli bir nedene bağlı olmadığını iddia ederler. Sorun, daha çok karar vermenin nasıl gerçekleştiği ve insanın özgür iradesinin olup olmadığı ekseninde ilerler. Özellikle Ortaçağ boyunca özgür irade sorununda Tanrı’nın bilgisi dahilinde yaşanan bir yaşam ile özgür iradenin olanaklılığı tartışmaları öne çıkar.
Yapay zeka (YZ) sistemleri de işlemleri sırasında karar verme mekanizmaları kullanır. YZ açısından karar verme mekanizmaları algoritmalar ve sahip olduğu veriler ile belirlenir. Ancak bu alan sürekli değişmekte ve güncellenmektedir. Bir otonom aracın önüne çıkan yaya karşısında durması veya bir reklam sekmesinin kişinin tercihlerine ve ihtiyaçlarına göre güncellenmesi bunların sadece çok küçük birer örneğidir. YZ’da yaşanan gelişmelerle insanların karar verme mekanizmalarına yardımcı olan hatta belki de kendi başına otonom bir yaşam süren ve karar alan yapıların karşımıza çıkacağı öngörülmektedir.
Buridan’ın eşeği paradoksunun sunduğu özgür irade-determinizm tartışmaları YZ eksenine çekildiğinde, YZ’nın öngöremediği durumlarda nasıl karar vereceği, eşdeğer iki sonuç arasında sonuç odaklı karar verme mekanizmalarının ne kadar etik sonuçlara varacağı ve insan müdahalesinin YZ’nın karar verme süreçlerinde ne kadar dahil olması gerekliliği gibi sorunlar ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak Buridan’ın eşeği paradoksu insan aklının karar verme süreci ve özgür iradeye dair önemli soruları ortaya koymaktadır. Bu çalışmada amaçlanan, paradoksun öne çıkardığı soruları YZ çerçevesinde yeniden ele almak ve özgür irade ve determinizm tartışmalarının YZ’nın karar verme mekanizmalarına nasıl yansıdığını değerlendirmektir.
Anahtar Kelimeler: Buridan’ın Eşeği Paradoksu, Özgür İrade, Determinizm, Karar Verme, Yapay Zeka
Sosyal bilimlerde ve daha da özelde felsefede bir kavram konusunda anlam açısından açıklık sıklıkla hedeflenen bir nitelik olsa da belli bir kavram konusunda ayrı kullanımların olması ve ayrı kullanımlardan kaynaklı anlam karmaşası içerisinde iş görülmesi de sıklıkla rastlanan bir durumdur. Hatta bu bağlamda ele alındığında özellikle felsefede fenomenal bir olgu ya da dünya hakkında değil de kavramlar hakkında bir iş yaptığımız; felsefeye dair özel bir bakış açısı, tavır (gelenek) içinde sıklıkla dile getirilen bir yan olmakla birlikte farklı bakış açıları (gelenekler) içerisinde de dillendirilmiştir.
Dolayısıyla ‘masa’, ‘ağaç’, ‘uzun’, ‘kırmızı’ gibi kavramlarımız konusunda bile bir anlam tartışması yürütebiliyorken ‘uzam’, ‘güç’, ‘yerçekimi’ gibi kavramlar konusunda bir tartışmanın olmaması olanaklı değil gibi görünmektedir. Daha soyut olması bakımından (‘soyut’ ve ‘somut’ kavram ve kategorilerinin kendilerinin de tartışmalı olduğunu da akılda tutarak) daha tartışmalı görünen ikinci tür kavramlara ek olarak hem felsefe tarihinde (örneğin ‘ben’, ‘zihin’ vb.) hem de günümüzde sıklıkla tartışılabilecek kavramlarımızın zekâ (ya da bilinç) kavramının kendisi ve onunla ilişkili kavramlar olduğu dile getirilebilir (örneğin tasarım, algı, hafıza vb.).
Bu çalışmada asıl olarak zekâ kavramı konusundaki farklı yaklaşımlar ele alınacak, doğallık ve yapaylık sınırının zekâ bağlamında nasıl çizildiği tartışılacaktır. Bu bağlamdaki bir tartışma Yapay Zekâ (YZ)’nın (ya da İnsan Zekâsı - İZ) ne kadar doğal olduğuna ilişkin tartışmaların başka bir perspektiften de yürütülebileceğini ortaya çıkaracaktır. Bu ayrı perspektif Doğal Zekâ (DZ)’nın ne kadar yapay olduğunun sorgulanabileceği bir yeni tartışma olanağını ortaya çıkartmaktadır.
Bu olanağa erişmek için ise iki temel tartışmayı yürütmeye çalışacağız:
1- Normal zekâ olarak belirlenen sınırlar ile yapay olmayan ancak normal olmayan zekâ arasındaki ayrımlar ve bu ayrımların ne kadar “normal” olmayışı!
2- Doğal ve yapay (nesne, süreç, topluluk vb.) arasındaki ontolojik ayrımlar ve bu ayrımların ne kadar “doğal” ya da “yapay” olduğu!
Anahtar Sözcükler: Doğal-Yapay, Üstün Zekâ, Dâhi, Ontoloji, Sınır.
Yapay zeka teknolojilerinin ortaya çıkış ve gelişimi, genel olarak sosyal bilimlerde özel olarak da felsefe alanında temel problemleri yeniden gözden geçirme ve değerlendirme fırsatı sunmaktadır. Çalışma, bu fırsatı, yapay zeka ve ludizm arasında kuracağı ilgiyle gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Ludizm, 19. Yüzyıl İngiltere’sinde açığa çıkan ve bir grup işçinin sahiplendiği Luddist hareketini temsil etmektedir. Ludizm, İngiltere’de Sanayi Devrimi’yle birlikte ortaya çıkan makineleşmenin işçiler üzerindeki etkisine ilk elden verilen bir tepkidir ve bu tepki, onların işlerini elinden alan “makinelerin kırılması” eylemleri yoluyla somutlaşmıştır. Luddist hareketi sahiplenen işçiler, işlerinin elinden alındığını, daha ucuza çalıştırıldıklarını görüyor ve bunun sorumlusu olarak da makineleri görüyorlardı. Özellikle Marx’ın kapitalizm analiziyle birlikte Ludizm geleneksel üretim ilişkilerini sahiplenen, sorunun kaynağına inemeyen gerici bir tepki biçimi olarak görülmüştür. Bununla birlikte Ludizm geride mi kalmıştır? Ludizm’den önemli ayrımları olsa da günümüzde de “Neo-Luddizm” hareketi söz konusudur. Burada ortaklaşma, teknoloji karşıtlığı olarak özetlenebilir. Peki yapay zeka teknolojilerinin ortaya çıkış ve gelişiminde Ludizm nasıl konumlanmaktadır? Ludizm, yapay zeka teknolojilerinin gelişimine karşı bir tepki biçimi olabilir mi? Luddist hareketin yapay zeka teknolojilerinin gelişimi karşısında yapılandırılan argümanları savunulabilir mi? İlgili çalışma, sıralanan sorular çerçevesinde bağlamını ortaya koymakta ve bu bağlamdan hareketle genel olarak sosyal bilimler ve özel olarak da felsefe alanında yapay zeka teknolojilerinin gelişimini değerlendirmede olumlayıcı ve olumsuzlayıcı konumlanışları, sosyal bilimler alanındaki üreticiliği üzerindeki etkisi bağlamında değerlendirmeyi planlamaktadır. Yapay zeka teknolojilerinin ortaya çıkış ve gelişimi, insanların üretim alanlarına kimi yenilikler getirmekle birlikte mevcut bazı üretim alanlarının da kaybedilmesi ya da kaybedilme ihtimalinin doğması anlamına gelmektedir. Kimilerince “tehdit” kimileri tarafındansa “fırsat” olan bu sürecin sosyal bilimler alanındaki yansımasının Ludizm ve yapay zeka bağıntısı ekseninde değerlendirilmesi çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Yapay Zeka, Ludizm, Teknoloji, Sosyal Bilimler, Felsefe
Bireysel Psikoterapiler Grup Psikoterapileri ve Yapay Zekâ / Individual Psychotherapies Group Psychotherapies and Artificial Intelligence
Yapay zeka, pek çok alanda olduğu gibi klinik psikoloji alanında da yaygın ve faydalı bir kullanıma sahiptir. Gerek akademik çalışmalarda veri toplamada, bu verileri analiz etme ve ilişkilendirmede; gerekse psikoterapi alanında çeşitli tekniklerin öğrenilmesinde kolaylaştırıcı olarak kullanılır. Bunun yanında, son yıllarda yapay zekanın psikoterapi sürecindeki rolünün daha da artması yönünde çokça çalışma yapılmaktadır. Bu yönde geliştirilen kimi uygulamaların bazıları, belli bir ekol temel alınarak -genellikle bilişsel davranışçı terapi ekolü- hizmet vermeyi amaçlarken bazıları doğrudan kimi psikolojik rahatsızlıkların tedavisine destek sunmak amacıyla hizmet verir. Bununla birlikte, çeşitli eğitici videoların -yoga, meditasyon, uyku kalitesi, nefes egzersizleri, rahatlama teknikleri gibi- yer aldığı çeşitli kişisel gelişim uygulamaları vardır. Peki yapay zeka, bir gün gerçekten psikoterapistin yerini alabilir mi? Bu çalışma, psikoterapi kuramları çerçevesinde psikoterapist ve danışan ilişkisinde yer alan insani dinamikleri ve yapay zekanın psikoterapi alanında sağladığı faydaların boyutunu ele alacaktır. Bununla beraber yapay zekanın danışan ile temasında ortaya çıkabilecek olası etik ilke ihlallerine değinecektir. Yapay zekanın danışandan elde ettiği verileri nasıl kullanacağı, nasıl depolayacağı, bu verileri toplumsal ve bilimsel olarak nasıl değerlendireceği büyük merak konusudur. Asıl kaygı yaratan nokta, tam da burasıdır. Örneğin danışan, psikoterapi sürecinde kendi hakkında çok özel paylaşımlarda bulunurken psikoterapinin en önemli ilkelerinden ‘gizlilik ilkesi’ne güvenir ve psikoterapisti ile güven bağı oluşturur. Yapay zekanın bu ilkeyi ve diğer her bir ilkeyi ihlal etmeyecek şekilde nasıl düzenleneceği önemli tartışma hatlarından sadece bir tanesidir. Toparlarsak, bu çalışma bağlamında psikoterapide insan-insana kurulan temasın dinamikleri, yapay zekanın psikoterapi alanına faydaları ve olası zararları, mevcut yapay zeka uygulamaları hakkındaki çalışmalar da literatür taraması yöntemiyle derlenerek betimlenecek; yapay zeka ve psikoterapi uygulamaları arasındaki bu bağın geleceği hakkındaki tartışmalara yer verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Yapay Zeka, Psikoterapi, Psikoloji, Etik
Yapay zekanın gelişimi, psikoloji alanında ortaya çıkan yeni kavramları ve kişinin bu alanda nasıl etkileşime girdiğini yeniden düşünmeye yönlendirmektedir. Bu çalışma, siberpsikoloji alanında yapay zekanın yerini psikanalitik açıdan ele almayı amaçlamaktadır. Siberpsikoloji, siber uzaya, yani sanal, yapay ve yeniden yaratılmış dünyaya uygulanan zihinsel fenomenlerin incelenmesi olarak tanımlanır (Bouchard, 2016).
Bir özne olarak insanın, teknolojik nesneleri ile sürdürdüğü ilişkilerin ruhsallığındaki yansımaları üzerine eğilmek gerekmektedir. Sözde “artırılmış” gerçeklikle bağlantılı olarak insanın değişimi, aynı zamanda onun ruhsallığını benlik düzeyinde doğrudan etkilemektedir (Tordo, 2019). Bununla birlikte günümüzde yetersiz organize olmuş, eksik veya yapılandırılmamış ruhsal işlevlerini telafi etmek için özne, bir protez görevi görebilen teknolojik nesneyi kendisinin bir parçası olarak temsil etmesine izin vermektedir. Bu durum yapay zeka alanında Benlik-siborg / “Moi-cyborg” kavramı ile ifade edilmekte olup, kimliğin dönüşümleri açısından ruhsal hibritleşmeyi açıklamaktadır.
Aynı zamanda psikosomatisyen Claude Smadja ise dijital devrimin, bireysel zaman algısı üzerindeki dikkate değer etkisini işlemsel zaman hipotezi kapsamında değerlendirmektedir. Yapay zeka alanındaki gelişmeler, bireysel ruhsal işleyişi de dönüştürmüştür (Smadja, 2019).
Sinir bilimleri, psikanaliz ve yapay zeka arasında yeni araştırma yolları açmaya vaat etmektedir. Freudyen modele göre nöronal algıdan, Pcs-Cs sistemi düzeyinde algıya gelirken Rosenblatt'ın 'Perceptron’unu gündeme gelmektedir. İlk yapay sinir ağı olan bu nöral bilgisayar sistemi, şekilleri tanımak için tasarlanmıştı ve deneyimlerden öğrenme yeteneğine sahip ilk sistemdi. Yapay zeka nörobilim, bilgisayar bilimi ve matematiğin kesiştiği noktada yer almakta ve problem çözme yaklaşımımızı büyük ölçüde değiştirmektedir (Chaudoye ve Zebdi, 2023)
Dijital alandaki kullanıcıların çevrimiçi öznelliklerinin değerlendirildiği bu derleme çalışmada psikanalitik kuram ve metodoloji çerçevesinde, kullanıcılarının bilinçli ve bilinçdışı düzeylerde yapay zeka alanında nesneler ile nasıl etkileşime girdikleri üzerine bir tartışmaya vurgu yapmaktadır. Dijital alan kişiye sonsuz bir gücün kapısını aralamaya katkıda bulunmaktadır. Bu bağlamda çağdaş öznellikler ve dijital medya arasındaki ilişkiye daha ayrıntılı bir şekilde ışık tutması amaçlanmıştır. Bu çalışma, yapay zeka ile yaşayan özne arasındaki temsilleri birbirine baglama ve duygulanımların oluşumu gibi durumların farklılıklarını ortaya koyarak, tüm bu açıklamalar ve söz konusu kavramlar ışığında yapay zeka çalışmaları ile psikanaliz arasındaki zengin ilişkiyi göstermeyi amaçlamaktadır.
Anahtar Sözcükler: Siberpsikoloji, Yapay Zeka, Psikanaliz
Klinik sağlık psikolojisi odaklı müdahalelerde uzunca bir süre bireysel ya da grup müdahalelerin yüz yüze uygulamalarının temel alındığı görülmekteydi. Pandemi ise burada önemli bir kırılmaya sebep oldu. Hepimizin evlere kapandığı o günlerde terapi desteği alabilmek için çeşitli çevrimiçi terapi platformları oluşturuldu ve bireysel terapiler çevrimiçi ortamlara entegre edilmeye başlandı. Grup terapilerin ise bu aktarımı görece daha yavaş oldu. En başından itibaren telekonferans (Zoom, Skype gibi) uygulamaları burada etkin bir rol oynadı. Ancak insan insana etkileşimin kritik bir rol oynadığı grup terapilerin uygulamasında telekonferansın kullanımı bazı zorlukları da beraberinde getirdi. Mevcut derleme çalışmasında bu zorlukların neler olacağı grup dinamiği, çevrimiçi uygulamaların engelleri ve etik perspektiften ele alınacaktır. Yapılan literatür taramasında bu üç başlığın literatürde en fazla işaret edilen çekinceler olduğu belirlenmiştir. Ayrıca derleme çalışmasının sonuç bölümünde bu zorlukların aşılması adına gerekli olan yeni teknolojilerin neler olabileceğine ve müdahalelerde nasıl kullanılabileceklerine ilişkin bir değerlendirme sunulması amaçlanmaktadır. Bu noktada özellikle virtual reality (VR) temelli uygulamaların çevrimiçi grup psikoterapilere kritik bir katkı sağlayabileceği görülmektedir. VR kullanılan çevrimiçi grup psikoterapilerin uygulandığı az sayıda çalışmada, bu uygulamaların danışanlardaki dışavurumu arttırdığına işaret edilmektedir. Bu açıdan yeni teknolojilerin çevrimiçi grup psikoterapilerinde kullanımı pek çok açıdan danışanlara fayda sağlayacağı değerlendirilmektedir. Ancak, halen ideal uygulaması (best practice) bulunmamasına rağmen farklı türlerdeki çevrimiçi grup psikoterapilerin yaygınlığı artış gösterse de bu alanda yeterli sayıda ve nitelikte bilimsel çalışmanın yapılmaması önemli bir eksiklik olmaktadır. Öte yandan, artan kamusal ilgi sebebiyle birçok sermayedar, odağını bu gibi çevrimiçi ruh sağlığı hizmetlerine çevirse de eğer uygulama ve etik standartlar açısından yeterli bir literatür geliştirilmezse bu gibi uygulamaların toplum ruh sağlığı için kritik bir sorun doğuracağı ön görülmektedir.
Anahtar Sözcükler: Çevrimiçi psikoterapi, çevrimiçi grup psikoterapiler, grup psikoterapi uygulamaları, etik standartlar, toplum ruh sağlığı.
Akademide Yapay Zekâ / Artificial Intelligence in Academia
This study explores the perceptions of PhD students and academics regarding the use of ChatGPT, as expressed on social media, through sentiment analysis and topic modelling. Utilizing RedditExtractoR, a data collection package in R, the author collected and analysed 2,207 comments from the subreddit “academia”. The SentimentGI score and a histogram visualizing the sentiment analysis results indicated that there were slightly more positive words than negative words in the dataset overall, suggesting a somewhat positive outlook on its use. This result contrasts with findings from Sullivan et al. (2023) and Wu et al. (2024), which indicated that public opinions on using ChatGPT, particularly in higher education, tended to be rather negative. However, a subsequent simple linear regression analysis showed that the sentiment of comments did not predict the number of upvotes in this study. A scatterplot revealed that neutral comments tended to receive more upvotes. The comments were further analysed manually following the application of topic modelling analysis (Latent Dirichlet Allocation, or LDA). The analyses revealed five primary areas of concern among academics: 1) students cheating in their essays, 2) the use of other AI tools such as Grammarly, 3) the review of academic papers, 4) plagiarism, and 5) the ways in which ChatGPT is used by humans. These results partially align with recent research findings, such as those by Sullivan et al. (2023) and Wu et al. (2024), highlighting that academic integrity is a primary concern in higher education. Notably, while there is significant debate surrounding the ethical implications of using ChatGPT, comments surrounding non-native English speakers were often positive, as the tool helps level the playing field for these individuals.
Keywords: Chatgpt, Reddit, Academia, Plagiarism, Sentiment analysis
Yapay zekanın (YZ) gündelik hayatımıza hızla dahil olması, iletişim kavramının yeniden değerlendirilmesini gerekli kılar. YZ teknolojisi iletişimin niteliğini dönüştürürken, iletişim becerilerinin kritik rol oynadığı bir alan yaratır. Bu çalışma, YZ araçlarının insan-makine ve insan-insan iletişimi üzerindeki etkilerini incelemeyi ve bu bağlamda ince becerilerden (soft skills) etkili iletişimin önemini vurgulamayı amaçlar. İnce beceriler, teknik ve özel bilgi gerektiren uzmanlık becerilerinden (hard skills) farklı olarak sosyal becerileri, duygusal zekayı, problem çözme ve etkili iletişim gibi yetenekleri kapsar. YZ çağında programlama, veri mühendisliği, matematik gibi uzmanlık becerilerinin ötesinde iletişim, yaratıcı ve eleştirel düşünme gibi ince beceriler ön plana çıkmaktadır. Bu çalışmada, YZ araçlarının etkili kullanımında uzmanlık becerilerinin değil, ince becerilerin ön planda olması ve alınacak sonuçlarda kritik bir rol oynaması temel hareket noktasıdır. Literatür taraması ve yarı yapılandırılmış görüşme yöntemleri kullanılarak gerçekleştirilen bu çalışma İstanbul, Ankara, Sakarya ve Konya’daki üniversitelerin iletişim fakültelerinde görev alan ve YZ araçlarından en az birini kullanan altı akademisyenle yapılmıştır. Sonuç olarak, YZ ile etkili iletişim, hem insan-makine hem de insan-insan etkileşimini geliştirmede önemli bir role sahiptir. Açık, net, spesifik ve iyi yapılandırılmış mesajlar ileterek YZ sistemlerinden daha doğru ve verimli sonuçlar almak mümkün görünmektedir. Peki, YZ’nin sunduğu olanaklar da aynı şekilde iletişim becerilerimizi güçlendirir mi, nasıl? Bugün, üretken YZ sayesinde farklı diller konuşan insanlarla iletişim kurabilir, yazma asistanlarıyla yazma ve iletişim kurma becerilerimizi geliştirerek iletişimi daha açık ve etkili hale getirebiliriz. YZ ile etkili bir iletişim kurmak, yalnızca teknolojiyi anlamakla mı sınırlıdır yoksa daha derin sosyal becerilere mi ihtiyacımız vardır? Bu süreçte YZ ile etkili bir iletişim kurmak ve YZ’nin iletişim becerilerimize katkısı iki yönlü bir öneme işaret eder. Sonuç olarak, açık ve iyi yapılandırılmış bir iletişim YZ’nin performansını önemli ölçüde etkilerken, YZ de mevcut iletişim becerilerimizi güçlendirmekte, geliştirmekte ve hatta çeşitlendirmektedir.
Anahtar Sözcükler: Yapay Zeka, İnce Beceriler, İletişim Becerileri, İnsan-Makine İletişimi, İnsan-İnsan İletişimi
Öğrenciler, üniversite hayatlarında ders kayıtları, yönetmelikler, etkinlikler gibi konularda desteğe ihtiyaç duymaktadırlar. Akademik danışmanlar bu desteği hızlı veremeyebilirler (Bilquise vd, 2022). Öğrencinin başarılı olabilmesi eğitim hayatına hızlı uyum sağlayabilmesiyle mümkün olmaktadır (Bektaş Köser ve Mercanlıoğlu, 2010). Akademik danışmanların iş yükünün azaltılması, özellikle sürekli tekrar eden işlerin yapay zekâ tarafından karşılanması insan kaynaklarının verimli kullanılmasını sağlamaktadır (Lucien ve Park, 2024). Bilquise vd, (2024) üniversite öğrencilerine yönelik geliştirilen akademik danışmanlık sohbet botlarının sürekli hizmet sunarak daha olumlu bir yükseköğretim kurum deneyimi sağlayabileceğini ve kurumun performansının da artabileceğini belirtmektedirler. Bu çalışmada Sinop Üniversitesi ön lisans ve lisans eğitim öğretim ve sınav yönetmeliği, akademik takvimi, staj yönetmeliği ve yükseköğretim kurumları öğrenci disiplin yönetmeliğine göre bir sohbet robotu geliştirilecektir. Bu sohbet robotunun akademik danışmanların danışmanlık yükünü azaltacağı düşünülmektedir. Uluslararası çalışmalarda örneklerine rastlanan akademik danışmanlık sohbet robotunun Türkiye’deki bir üniversite için geliştirilen örneğiyle karşılaşılmamıştır. Bu çalışma yapay zekâ destekli sohbet robotlarının öğrenci danışmanlığında kullanılmasına yönelik Türkiye’deki ilk örneklerinden birini sunarak önemli bir boşluğu dolduracağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: yapay zekâ, akademik danışmanlık, sohbet robotu, dijital danışman, chatbot
Sanat / Art
New methods of creation based on AI and the processing of large masses of data are radically transforming the act of musical composition. The beginnings of computer music in the 1950s were marked by the search for automatic composition in various styles. Today, this trend is still very much present in using AI techniques in musical composition. Alongside this approach, which raises some ethical issues (the role of the human being in creation, large-scale production of music that costs nothing...), a second approach has gradually developed which does not seek to replace the human being but to place him or her back at the heart of the compositional process by encouraging and enhancing the composer's creativity through the use of intelligent software assistants at every stage of the creative process. This research is based on the theoretical framework developed by Gilbert Simondon and Bernard Stiegler of open systems promoting hybridisation and fluidity between humans and machines in human individuation. In contrast to the automatic generation of music (which seeks to remove the composer from the process), the researchers will be looking instead at approaches that place the human element at the heart of the compositional process by encouraging and enhancing the composer's creativity through the use of intelligent software assistants at every stage of the creative process. The researchers use a case study method and examine some innovative experiments in this kind of approach, including the “Flow-Machines” project, led by François Pachet as part of Sony's research department in Paris and the Italian composer Andréa Céra’s hybrids known as “Midi Freaks”.
Keywords: AI-assisted music composition, intelligent software assistants, automatic music generation, deep learning, musical theory
Rapid developments in the field of artificial intelligence (AI) make this technology visible in many different fields of daily and social life. From health to finance, security, education and art, new studies join the corpus of studies every day; ranging from how AI can be integrated into these fields to analyzing social aspects of embedded bias in these technologies. In the field of art, studies on AI mainly question the ‘democratizing’ effect of AI on art and the machines’ capacity for artistic creation. However, the majority of these studies take AI into consideration as a tool within social relations, neglecting to place AI into the center of the analysis and thus creating a black box of AI. This study is based on the presupposition that AI can be considered neither solely as an engineering phenomenon nor solely as a social phenomenon. Instead, we propose analyzing AI as a sociotechnical system. By doing so, the study aims to serve as a call for dialogue between engineering and sociology in the context of AI.
The study aims to analyze the harmonic, technical and social aspects and bias embedded in the songs composed by SunoAI, one of the most prominent music AI systems of today’s world. SunoAI is a system that claims to provide the opportunity to compose music via a simple prompt, thus, making musical production available to everyone and reducing the barriers to entry for music. This creates a myth of AI as an intelligent, autonomous and democratizing technology in the field of music. In this study, 5 songs composed by SunoAI will be examined from a sociotechnical point of view and the technical and cultural biases embedded in the melody, harmony and lyrics will be discussed.
Keywords: Artificial intelligence, Art, Music, Sociology, Software Engineering, Science and technology studies
The use of holograms in museums, particularly those featuring witnesses and survivors of the Holocaust, sheds light on the advancing fusion of history and technology. In this context, artificial intelligence (AI) plays a crucial role, the potential and applications of which must be further explored. The aim of this paper is therefore to demonstrate and analyse the extent to which AI is already being used and can be further developed to reproduce first-hand witness accounts oh Holocaust survivors, thus making a significant contribution to the culture of remembrance. Through the integration of AI technologies, holographic representations can be made more authentic, vivid, and interactive, providing visitors with an immersive experience, and fostering a deeper understanding of the atrocities of the Shoah.
The paper first examines the current applications of AI in hologram museums, identifying challenges such as the authenticity of voices and personalities as well as ethical concerns regarding sensitive content. Subsequently, potentials and limitations of current technologies are discussed, and opportunities for future research and development are highlighted. A focus is placed on the advancement of AI algorithms for improved reconstruction of witness accounts and the integration of interactive features that enable visitors to interact with the holograms and ask questions. Additionally, the paper explores the potential for AI-driven holograms to adapt to the evolving educational needs of different audiences. Finally, the social and cultural impacts of broader application of these technologies on remembrance culture and Holocaust education are discussed. This work thus contributes to exploring and shaping new ways of preserving history and conveying historical knowledge.
Keywords: AI, Holocaust, Shoah, hologram, remembrance culture
Arkeoloji & Tarih / Archeology & History
Developments in information technology (IT) contributed to the "New Archaeology" concept in the 60s. (Renfrew and Bahn, 2012) Thus, the methodological studies on digital archaeometry or archaeo-informatics have evolved and led to various research under the scope of Digital Archaeology. (Fisher, 2020) Likewise, Artificial Intelligence, the new milestone of IT started to transform archaeological methodologies. However, archaeologists have been struggling between traditional methods and the stunningly fast development of new popular tools.
This study aims to emphasize the common structural issues and how we can cope with these challenges. Particularly, the most widespread ones will be examined, like metadata and massive image archive management, field data collection/digital transformation issues, spatial data management, and statistical analysis tools. Instead of rediscovering proven research tools, methods of adapting them to archaeology will be suggested.
Keywords: Digital Archaeology, Archaeological Data Analysis, Digital Transformation, Archaeoinformatics, Research Data Management
The ethical dimensions of AI are an ever-increasing arena of discourses. To face the fears of technological advancement, actors need to justify themselves and reassure public perception about AI's safe and fair development and deployment. A public debate, often framed as “the alignment movement”, naturalizes phrases such as “human-centered AI” and “AI for good”.
Humans - and Humanities - are then back at the center. Philosophers, sociologists, and other experts share this stage with prominent figures from the technical realm. They wield substantial influence in shaping public perception surrounding AI's ethics and prospects through social media, manifestos, and open letters led by civil society entities (eg., Pause…., 2023).
Historically, both mathematicians and engineers (eg., Lighthill, 1973; Minsky & Papert, 1969) and philosophers (eg., Dreyfus, 1992) have also played influential roles in the critique of AI, that time centered on its capabilities. Their accounts were decisive in either convincing or dissuading decision-makers about the feasibility of research and development in AI.
The interdisciplinary nature needed to understand AI is unprecedented in the history of this technology and may be regarded as an important feature of the hype surrounding the subject. This paper aims to test the hypothesis of a shift in the representation and perception of artificial intelligence: from technical feasibility to ethical advisability. While the earlier approach still endures, the latter mobilizes a wider spectrum of actors, who make sense of AI’s societal implications beyond engineering and mathematics.
This study draws on Bruno Latour’s pragmatism (2003), emphasizing the dynamic interplay between human and non-human actors in shaping the technological development of AI. We employ discourse analysis of documents aimed at policymakers and the general public, such as reports and manifestos. This methodological choice is well-suited for examining the evolution of public and expert discourses over time.
Keywords: artificial intelligence, humanities, ethics, discourse, perception
Merzifon Anadolu College is a secondary and higher education institution established at the station opened in Merzifon by the missionary society named "The American Board of Commissioners for Foreign Missions" (ABCFM) in the Late Ottoman Period (1880s to 1920s). This institution, which provided theological education for a long time, switched to modern education like other similarly established ABCFM schools and began to provide education in engineering, natural sciences, and social sciences. Through the efforts of school principal Charles Chapin Tracy and natural sciences Prof Johannes Jacob Manissadjian (Ohannes Agop Manisacıyan), the college generates a unique blend of a museum building and collection that hosts past biodiversity of the central and eastern Anatolia and also various natural history objects such as animals, insects, fossils, minerals around the world. The history of the museum collection became blurred after the 1920’s nearly forgotten till 2016 after its rediscovery by the efforts of Marianna Hovhannisyan and more importantly the museum catalogue before the last curator (Manissadjian). After this re-discovery, the remnants of the physical collection were found in Tarsus American Collage and they were exhibited in a new exhibition space in Sadık Paşa Konağı, Tarsus, Türkiye (Göçmengil, 2019).
In this contribution, I will present the digitization efforts (3D scanning and photography) for the remaining physical specimens from the museum (fossils, minerals, rocks) and scientific collaboration network analysis by using to both capture the museum catalog and trying to revive the hidden efforts and historical networks that create the Merzifon Museum collection.
Keywords: museum collection, Anatolia Collage, scientific network analysis, 3d scanning, history of science
Felsefe / Philosophy
Yapay zekâ teknolojileri, kararlı sinir ağları ve bulut bilişim altyapıları, bulanık sistem teknolojileri, entropi yönetimi, sürü zekâsı, evrimsel hesaplamalar ve diğer birçok teknolojilerin geliştirilmesi de dahil olmak üzere bugün yoğun bir şekilde gelişmektedir. Aynı zamanda devamlı gelişen bu işleyiş ve için normatif teknik düzenleme yapmak kaçınılmazdır. Bu düzenlemeler çerçevesinde özellikle son dönenmelerde yapay zekanın otonom bir sistem olduğundan hareket edilmektedir. Çünkü ancak otonom bir sitem normatif açıdan, yani hukuki ve etik meselelere dahil etmek mümkündür. Örneğin ancak otonom bir sistem için sorumluluk kavramından söz edilebilir. Ancak insanın otonom bir varlık olması ile yapay zekanın otonom olması arasında çok büyük bir fark vardır. Bu yazı işte bu çok temel ayrımı, yani insan ve yapay zekalı sistemler arasındaki otonom kavramının niçin aynı olmayacağını göstermek için kaleme alınmıştır. Böylece yapılan etik ve hukuki tartışmalarda temelde neyin eksik olduğuna ilişkin tespitlerde bulunmak da mümkün olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Yapay Zekâ, Etik, Norm, Otonom-Özerklik, Sorumluluk,
Dijital toplumda sosyal bilimlerin her alanında yapay zekanın etkisi araştırmaya ve tartışmaya değer bir sorun haline gelmiştir. Bu çalışmada yapay zeka uygulamalarının çağdaş görsel sanat alanını sosyolojik olarak nasıl etkilemekte olduğu ele alınmaktadır. Çağdaş görsel sanat alanında teknoloji kullanımı çok eski yıllara dayanmakla birlikte, bugünün dünyasında sanat alanında yapay zeka kullanımı, alanın aktörlerini ve sanat eserinin niteliğini değiştiren yeni bir olgudur. Bu anlamda çağdaş sanatta yapay zeka kullanımının; çağdaş sanat eserlerinin üretimi, sanatsal ve ekonomik değeri, sanatçı ve sanat eserinin neliği ve niteliği üzerindeki etkisi tartışılmaktadır. Bu araştırmada yürütülen tartışma, dünyadaki ve Türkiye’deki çağdaş sanat eserlerinden örneklerle sosyolojik bir bağlamda değerlendirilmektedir. Bu çalışmanın amacı, çağdaş görsel sanat alanında çeşitli aşamalarda başvurulan yapay zeka uygulamalarının çağdaş sanat alanını ne yönde etkilediğine sosyolojik bir problematik bağlamında dikkat çekmektir. Bu doğrultuda temas edilen ana hususlar; yapay zekanın, sanat eserinin mesajı ve anlamına etkisi, sanat dünyasındaki aktörlerarası iktidar ilişkilerine yansıma biçimleri, sanat eseri üretme ve yaratıcılık anlamında yol açtığı meseleler, çağdaş sanat alanında dijital teknoloji kullanımının sosyo-ekonomik ve ekolojik anlamıdır. Araştırmanın kuramsal ve kavramsal çerçevesini Antroposen ve Kapitalosen literatürü, Bruno Latour’un teorik yaklaşımı, Pierre Bourdieu’nün alan teorisi ve Jean Baudrillard’ın simülasyon yaklaşımı oluşturmaktadır. Bu araştırmada, çağdaş sanat alanındaki yapay zeka kullanımının sanatçı ve sanat eserinin konumunu, değerini, aktörlerarası ilişkileri ne yönde değiştirmekte olduğu değerlendirilmekle birlikte, yapay zeka uygulamalarının bu alanda yol açmakta olduğu yeni gelişmeler eleştirel bir yaklaşımla ele alınmaktadır. Bu bağlamda günümüz çağdaş sanat alanında yapay zeka temelli sanat eseri üretim süreçlerinin sanatsal, ekonomik ve ekolojik bağlamda neye yol açmakta olduğu ve bugünün sanatının vaatleri tartışılmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Çağdaş Sanat, Görsel Sanatlar, Yapay Zeka, Simülasyon, Sanatçı
Walter Benjamin "Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Yapıtı" (1935) (The Work of Art in The Age of Mechanical Reproduction) başlığını taşıyan makalesinde, dönemin teknolojik arkaplanının, bilhassa “mekanik yeniden üretim” kavramının, sanatın doğasını ve algılanma biçimini nasıl dönüştürdüğünü araştırır. Benjamin, makalenin merkezine, bir sanat yapıtının özgünlüğünden ve tarihsel bağlamından kaynaklanan benzersiz varlığı ve biricik olan olarak tanımladığı "aura" kavramı yerleştirir. Mekanik yeniden üretimin, sanat yapıtını kendine özgü zamanından ve yerinden kopararak aura’yı azalttığı böylece onu daha erişilebilir ancak daha az benzersiz hale getirdiği görüşündedir. Sanatın yeniden üretilebilir hale gelmesiyle birlikte yalnızca ona ait olan değeri azalır, bununla birlikte sergilenme değeri artar. Bu da sanat yapıtının daha fazla insana ulaşabilmesinin yolunu açarak, toplumda sanata olan bakış açısının dönüşmesine ve sanatın işlevinin değişmesine neden olur. Benjamin’e göre bu dönüşüm sanatı bir yandan demokratikleştirmekte diğer yandan da metalaştırmaktadır. Dahası sanat yapıtının özgünlüğü ve derinliği bağlamında olası bir değer kaybının önü böylelikle açılmaktadır. Benjamin bu bağlamda sanat yapıtının yeniden üretiminin yarattığı politik sonuçları da önemser.
Çalışmamız, Walter Benjamin’in sözkonusu metni bağlamında, yapay zekâ ile sanat üretimi arasındaki ilişkinin irdelenmesi amacını taşımaktadır. Yapay zekanın sanat yapıtını sonsuzca değiştirme, tekrarlama ve yeniden üretme imkânı göz önünde bulundurulduğunda; ortaya çıkan yapıtın özgünlüğü, değeri üzerine yeni sorularla karşılaşılmaktadır. Sanatçının bu üretim sürecindeki rolünün yeniden değerlendirilmesi ve sanat yapıtının sergilenmesi ve erişelebilirliğinin sınırlarının belirlenmesi hususlarının da bir değişime uğramakta olduğu açıktır. Bu bağlamda çalışmamızda, bir sanat yapıtının sanat yapıtı olarak kabul edilmesini belirleyen unsurların, yapay zekanın sürece dahil olması ile birlikte geçirdiği dönüşüm ve bu dönüşümün sanat yapıtının geleneksel tanımını etkileme biçimi üzerinde durulacaktır.
Anahtar Sözcükler: Walter Benjamin, sanat yapıtı, yapay zeka, değer, mekanik yeniden üretim
Sosyoloji / Sociology
This study aims to explain the relationship between artificial intelligence and consumption on the axis of culture. Examining artificial intelligence together with culture in terms of consumer behavior is a developing field of research (Stone et al., 2020; Jain et al., 2023; Srivastava et al., 2023). Jain et al. (2023) highlighted that while research in the Global North examines the connection between artificial intelligence and consumer behavior, emerging countries' unique cultural, sociological, and technological aspects should also be taken into consideration. On the other hand, Consumer Culture Theory (CCT) offers a crucial framework for comprehending the experiential, social, cultural, and symbolic underpinnings of consumer behavior (Hungara & Nobre, 2021) in the era of the "new age" technologies (Srivastava et al., 2023). The current study discusses, in the context of CCT, the interaction between artificial intelligence and consumer behavior, with a focus on developing countries (where the subject has been studied very limitedly in the literature). To this end, a review of the literature was done and recommendations for research and industry are provided. The study's original contribution was assessed as addressing the relationship between consumer behavior and artificial intelligence by applying CCT, as well as by seeing it from the perspective of developing countries. Accordingly, the study seeks to advance knowledge of how consumers and artificial intelligence interact from the perspective of cultural studies and Consumer Culture Theory.
Keywords: Consumer culture, consumer behavior, artificial intelligence, sociology, marketing.
This paper aims to compare the social and cultural implications of Generative Artificial Intelligence (AI) technology with the theoretical frameworks of technological determinism and the Social Construction of Technology (SCOT). Although this technology has the potential for accelerated product development and value creation in various sectors such as education, healthcare, and finance, it also raises concerns such as security issues and social inequalities.
Understanding the social and cultural impact of Generative AI is crucial for its positive integration into social and business life. This research fills a gap in the literature on societal impacts by addressing how this technology, which is closely followed by society and whose use is on the rise, affects social structures and ethical standards.
Using the theoretical frameworks of technological determinism and SCOT, the study evaluates the social adoption of Generative AI. It considers these aspects from an ethical and security perspective and analyzes their impact on social inequalities and social structures. The research employs a qualitative approach, using Twitter data analysis as the primary methodology. Tweets related to Generative AI were collected and analyzed to capture public sentiment and discourse around this technology. This analysis identifies prevailing attitudes, concerns, and debates, providing a comprehensive understanding of the societal impacts of Generative AI.
The findings show that Generative AI significantly affects social structures, ethical standards, and social inequalities. Inferences from Twitter data provide valuable insights into these impacts. This paper offers important insights for researchers, policymakers, and technologists working on Generative AI. It contributes to the field by comprehensively addressing the societal impacts of Generative AI through established theoretical frameworks in the science, technology, and society perspective and Twitter public sentiment analysis.
“The raiders assaulted Ukraine, hurling bluster // Jets, modern tanks, all the troops they could muster // But soon they exhausted their whole repertoire // Bayraktar, Bayraktar.” Thus starts the song, Bayraktar written by a Ukrainian military Taras Borovok. The song has gone viral on YouTube after the AI equipped Turkish combat drone, Bayraktar TB2, reinforced Ukrainian army’s fight against Russian supported forces that initiated an invasion to the eastern regions of the country in February 2022. The role played by Bayraktar TB2 in Ukrainian military folk tales reminds a killer robot, Necromancer or Lamia, in a science fiction drama series, Raised by Wolves, produced by HBO that was reprogrammed to raise human children on a new planet, Kepler-22b, far from the Earth which was almost destroyed by a catastrophic war between believers and nonbelievers. The once killer robot, Necromancer, gives birth to the human beings and mothers them in a deserted, remote planet. The unexpected agency that manmade inventions performs in literary genres can be traced back to Mary Shelley’s novel Frankenstein, in which a freaky creature, created by a scientist Victor Frankenstein, after being hated by humans swore revenge against all humans. More technological inventions such as machines, robots, and so on also all rushed into the people’s imaginaries through literary genres, folk tales. Such sociotechnical imaginaries as it is discussed in social scientific investigations of technology stand somewhere in between concrete policies and abstract discourses and paved the way for a country’s social, political, technological, and like Bayraktar’s case military achievements. Here in this paper, an analysis of the agency that performed by Bayraktar TB2 in Ukrainian war and its revitalization of the resistance will be done from an Actor-Network Theoretical perspective. Such an analysis will provide an understanding of how a manmade thing could participate in assembling a spirit that holds people’s hope alive. Hence, goes the Borovok’s song Bayraktar: “Their rockets be many, their armor be strong // Yet here they will meet our response before long // We’ll bury their columns in snow, fire, and tar // Bayraktar, Bayraktar. //// These orcs aimed to conquer and pillage right fast // But our new weapon will give them a blast // And blow back their fragments to their Kommissar! // Bayraktаr, Bayraktаr.”
Keywords: AI, combat drones, folk tales, sociotechnical imaginaries, ANT.
The concept of the humanities (“Geisteswissenschaft”) as a specific domain of enquiry was minted in the 19th century by scholars who wished to distance themselves from the emerging world of the natural sciences, of disruptive technologies and powerful machines. Their aim was closely connected with the concern to safeguard the humanness of human beings in the face of dehumanizing tendencies discernible in Faustian technological civilization, while at the same time emphasizing that humanities scholars have their own legitimate methods (phenomenology rather than empiricism), different than, but in no way deficient compared to the modus operandi of technoscience and laboratory research. The essence of humanness was primarily defined as our capacity to think, and to understand what thinking means, philology is at least as important as physiology. In my lecture I will focus on a specific item of concern of humanities scholarship, namely authorship. On the one hand, there is a close connection between authorship and technology (from book printing via typewriters up to laptop computers) but although such technological innovations evidently affected the manual aspects of writing, authorship as such was supposed to remain a human affair. An whereas in the natural sciences writing styles were increasingly anonymized, in the humanities scholars were still able to develop and maintain their own recognizable style. As we speak, artificial Intelligence is challenging our conception of authorship (not in the least authorship as an important dimension of humanities scholarship), or even the aura of authorship. in an unprecedented manner. Although AI builds on previous technological advances effectively increasing the pace and scale of knowledge production in the humanities as well, the death of the author seems imminent. Are we the last genuine authors? Are we still authors? Can authorship be saved and can authorship save us?
Felsefe / Philosophy
Debates within the phenomenology of emotions appear to reconcile in the concept of situated affectivity or 4e. In other words, affective states do not merely reside in a person’s body but are extended, embodied, embedded, and enacted by way of extra-psycho/corporeal processes and (im)material artifacts. Things such as fine art, film, music, books, drugs, computers, and photographs (to name a few) can enable emotional-cognitive responses in an agent. Proponents of situated affectivity go as far as to contend that some artifacts can be experienced or perceived as such an integral part of the self to the point where their presence or loss can profoundly alter or reshape their subjective being. They also argue that as people age, they begin to build a web of sentiment-laden objects around them which they use to navigate their affective life. Although the advent of generative AI has catapulted intelligent machines to the forefront of public attention, this fastest-growing subfield of emotionalized AI remains little-known. The technology involves computer vision, deep-learning algorithms, big data, natural word processing, voice-tone analytics as well as advanced biometric sensors and actuators. Unlike other forms of AI, emotionalized AI can adapt its behavior and tailor responses to suit the emotional context of human interaction. Still in its nascent stage, affect-recognition algorithms can already be found in healthcare robotics and medical chatbots, wellness apps, advertising billboards and digital menus, smart cars, automated HR systems, online learning platforms, security/crime prevention, music apps, videogames, and children’s toys. Thus, we ask what happens when affective artifacts transform into intelligent machines capable of inferring, simulating, and regulating a person’s affective life. How does the discourse on situated affectivity change when the artifact transforms into an algorithmic proxy, and humans begin to delegate their emotional life experience to a machine? Such philosophical and empirical ponderings are the pretext of this article.
As the digital world is taking up more and more space in our lives every day, phenomenology needs to rethink the world-we-know. It is widely claimed that we are experiencing a kind of digital transformation that is reshaping our everyday lives. At first glance, it seems that we can develop three responses to the coexistence of the world-we-know and the digital world. First, we can reject the intrusion of the digital world and claim that it is impoverishing our lifeworld. Second, we can fully accept the inevitable cyborg existences and begin to think about new forms of existence. Thirdly, we can neither fully reject nor fully accept what the digital world offers us. In this presentation, we will take the third stance and think about the hybrid encounter between the world-we-know and the digital world. Humans inevitably have a peculiar bodily perception, but at the same time digital technologies are pushing the boundaries of this experience. The new immersive museums expanding human perception is a specific example of this experience, and we will try to understand this in this presentation. While doing so, we will draw on the thoughts of the phenomenologist Merleau-Ponty who, earlier in his philosophical journey, claims that the body is the zero-point of orientation and everything we perceive should be in relation to our body in Phenomenology of Perception. In his last work, The Visible and the Invisible, he deepens his thoughts and claims that the flesh is the style of being, which is helpful while thinking about hybrid existence. This presentation will specifically employ his concepts of flesh, chiasm, intertwining and virtuality in understanding the potentials of this hybrid existence.
Keywords: Phenomenology, digitalization, flesh, chiasm, virtuality.
Edebiyat Bilimi / Literary Studies
Kazuo Ishiguro’s Klara and the Sun (2021) centres on the interaction between humans and robots, a prevalent topic in dystopic narratives that envisage a posthuman world, yet it diverges from dystopic narratvies on similar themes by placing a significant emphasis on emotional intelligence, employing the artificial intelligence character, Klara, as the narrator. The novel is a memoir from the perspective of Klara, an Artficial Friend, who tries to recollect her memories with both humans and other humanoids. In addition to her highly advanced observation skills and ability to anaylse and response to human emotions, the act of recollecting memories and remembering others implies a sense of nostalgia which constitutes Klara as an autonomous and social entity with emotions rather than an intelligent machine. Therefore, intersubjectivity has an important place in the novel to comprehend the impact of human-robot relationship on both sides. Research on human-robot interaction often suggests that intersubjectivity fosters a reciprocal process wherein both the emotional capacity of humans and robots evolve. On the other hand, Klara and the Sun presents a different perspective, suggesting that positive human feelings towards nonhuman entities are comparatively weaker than the advanced emotional capacity demonstrated by Klara during their interactions. The novel ultimately implies that neither artificial intelligence nor technological advancements constitue a dystopian society. Instead, it suggests that the negative, complex, or skeptical human attitudes towards them lead to dystopian outcomes. As a nonhuman narrator, Klara functions as a mirror, reflecting the contemporary human condition through the lens of an artificial being, thus providing a different angle on humans’ affective approach towards nonhuman entities. In this context, the present study aims to explore the intersubjectivity in Klara and the Sun through the lens of emotional intelligence, arguing that the novel offers a new perspective on the representation of human-robot relationship in contemporary fiction.
Keywords: Klara and the Sun, artificial intelligence, emotion, intersubjectivity, human
Abstract
Richard Powers’s Galatea 2.2 offers a profound exploration of the shifting paradigms in the understading of intelligence and consciousness, moving from an anthropocentric worldview towards the multispecies perspective of the Chthulucene, as conceptualized by Donna J. Haraway. The protagonist's creation of an intelligent machine named Helen becomes a critical point of departure for discussing the decentralization of human exceptionalism and the emergence of new, symbiotic forms of existence. Presenting a nuanced portrayal of the collapse of anthropocentrism by illustrating how artificial intelligence develops self-awareness and emotional complexity akin to humans, the novel undermines the notion of human superiority and highlights the potential for diverse forms of intelligence and consciousness.
The Chthulucene, as articulated by Haraway, emphasizes the need for a new approach that acknowledges the entangled and symbiotic relationships among all species, moving beyond human-centric narratives. In this context, Galatea 2.2 aligns with the Chthulucene principles by illustrating the ethical and existential implications of creating and coexisting with posthuman intelligences. Helen’s autonomous development and eventual decisions reflect a shift towards a more inclusive and interconnected understanding of existence, where nonhuman entities possess their own forms of agency and significance.
In light of that, this study aims to discuss the intersections of literature, philosophy, and technology, offering a critical analysis of Galatea 2.2 as a narrative that bridges the gap between human and posthuman worlds. Reconsidering anthropocentrism and examining the portrayal of posthuman intelligences in the novel, it argues that Donna J. Haraway’s theory of Chthulucene is pertinent to explore the multispecies entanglements and the intricacies of artificial intelligence for a more inclusive and symbiotic understanding of existence. This analysis aims to contribute to contemporary discussions on posthumanism and the evolving landscape of human and nonhuman interactions.
Keywords: Richard Powers, Galatea 2.2, Anthropocentrism, The Chthulucene, Donna J. Haraway
Çeviribilim / Translation Studies
Hukuk sektörü çeviri açısından en hassas alanlardan birini temsil eder. Hukuk metinleri çevirisi çevirisine en çok ihtiyaç duyulan ve çevirisinde özen gösterilmesi gereken uzmanlık alanlarından biridir. Çünkü çeviri metindeki en küçük bir yanlışlık son derece zararlı sonuçlara yol açabilir. Teknolojinin ve yapay zeka (YZ) araçlarının gelişmesiyle birlikte, çevirinin her alanında olduğu gibi, hukuk çevirisinde de YZ destekli uygulamalar, çeviri sürecini kolaylaştırdığı için, hukuk çevirmenleri tarafından kullanılmaktadır.
Çalışmanın amacı, günümüzde yaygın kullanılan YZ destekli çeviri araçlarından Google çeviri, Yandex çeviri, DeepL çeviri ve ChatGPT uygulamalarının hukuk metinleri çevirisindeki performanslarını, insan çevirmenlerin çevirileriyle karşılaştırarak, değerlendirmektir. Araştırmada, şu sorulara yanıt aranmaya çalışılmıştır: YZ araçları hukuk çevirisinde ne kadar etkindir, çevirilerin kabul edilebilirlik oranı nedir, insan çevirmene ihtiyaç var mıdır yoksa YZ ve insan çevirmen birlikte mi çalışmalıdır?
Bu çalışmada, her yargı düzeyinde Türkçe ve Fransızca mahkeme kararlarından örnek tümceler seçilmiş, seçilen tümceler çeviri uygulamalarına çevirttirilmiş, elde edilen veriler insan çevirmen tarafından yapılan ve beklenilen çeviriyle karşılaştırılmıştır. YZ‘nin sıklıkla başvurduğu yöntemler, eksikler ve hatalar bulunmaya çalışılmış, nedenleri üzerinde tartışılmıştır. Buna karşılık insan çevirmenlerin hangi çeviri stratejilerine başvurdukları tespit edilmeye çalışılmıştır. YZ‘nin kaynak metindeki terimlerin erek dilde işlevsel karşılıklarını vermekte zorlandığı, kültürel ve sistemsel farklılıklardan kaynaklı kullanımların, kalıplaşmış ifadelerin eşdeğerini bulmakta zorlandığı sonucuna ulaşılmıştır. Hukuk terimlerinin ve bu metinlere özgü dilsel yapıların tam olarak anlaşılmadığı ve yanlış çevrildiği, erek kültürde beklenilen dil ve metin düzeyinde eşdeğerliği sağlayamadığı görülmüştür. Bu araştırmada, YZ‘nin her alanda, her koşulda mükemmel sonuçlar veremeyeceği ortaya konulmuştur. Özellikle kültürel ögeler içeren ve hukuk sistemlerinin farklılığından kaynaklı ifadelerin çevirisinde insan çevirmenlerin yerinin uzun bir süre doldurulamayacağı anlaşılmıştır. YZ çevirisi hukuki çeviri sürecine dahil edilebilir ve edilmelidir de, ancak hukuk çevirisi için gereken sorumluluk gereksinimlerini karşılamak için bir insan çevirmene başvurulmalıdır. İnsan çevirmen her koşulda YZ’nin hatalarını düzeltmelidir, bu doğru ve etkili bir hukuk çevirisinin temellerinden biridir.
Anahtar Sözcükler: Hukuk çevirisi, mahkeme kararları, yapay zeka, insan çevirmen, çeviri stratejileri
Yapay zekânın etkili olduğu Makine Çevirisi, Çeviri Belleği, Çeviri Yönetim Sistemi ve Uzaktan Eşzamanlı Çeviri Teknolojileri gibi alanların Dil Endüstrisinin kapsamında olduğu varsayılmaktadır. Ancak Dil Endüstrisini belirleyen alanlar da çeviri faaliyeti çerçevesinde düşünüldüğünde Dil Endüstrisinden ziyade ‘Çeviri Endüstrisi’nin merkezî konuma getirilmesi gerekmektedir. Yapay zekâ, çeviri faaliyeti kadar çevirmenlik mesleğini de etkilemektedir. Yine de çevirinin dijital çağda bir tüketim aracına dönüşmesi, çevirmenlik mesleğinin denetim altına alınmasını zorlaştırmaktadır. Yapay zekânın ilerlemesi ve otomatik makine çevirilerinin olumlu sonuçlar vermesi, çevirmenlik mesleğine karşı talebin azalma riskini beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda Çeviri Endüstrisi odağında bir denetleme sürecine girilmedikçe Çeviri Endüstrisinin kalkınması zorlaşacaktır. Endüstri 4.0’ın çeviribilime entegre olmaya başlamasına ve çeviribilimin bir adaptasyon sürecine girmesine rağmen bugün insanlık “Toplum 5.0” gündemiyle karşı karşıyadır. Ekonomik kalkınmaya destek olacak, toplumun yaşam kalitesini yükseltecek ve merkezinde yapay zekâ araçlarının yerine odak noktasının insan olacağı hedefler söz konusu olacaktır. Yapay zekâ teknolojisindeki gelişmelerin çeviribilim faaliyetlerini etkilediği başka bir ifadeyle yapay zekânın gelişmesiyle Çeviri Endüstrisinin ve çevirmenlik mesleğinin de bir gelişim sürecine girdiği aşikârdır.
Çevirmenlik Mesleğinin gereken konuma ulaşabilmesi ve çevirmenlerin daha nitelikli ve etkili hizmet sunabilmesi için 2018’de Meslek Yeterlilik Kurumu, akademi ve sektör işbirliği doğrultusunda kamuoyunun görüşüne toplamda altı çevirmen yeterliliği sunmuştur. Çevirmen Meslek Standardı’ nın alt yapısıyla hazırlanan yeterliliklerin çevirmenlik mesleğine yönelik bir seviye tespit sınavının yapılması, bunun devamında bir sertifikasyon/belgelendirme sürecine gidilmesi hedeflenmiştir. Çevirmen yeterliliğinin mevcut teknolojide öne çıkan tüm yapay zekâ uygulamalarından üstün olması gerekmektedir. Bu bağlamda Çevirmen Meslek Standardı çerçevesinde insan çevirisi ile yapay zekânın ‘Özel Alan Çevirmeni’ yeterliliğine tabi tutulması, çevirmenin bugünün yapay zekâ teknolojisi yeterlilik kriterlerini karşılama seviyesinin ölçümlenmesi gerekmektedir. Ölçümler sonucunda elde edilecek çıktıların çevirmenlik mesleğine yönelik yeni bir bakış açısı getireceği iddiasıyla Çeviri Endüstrisinde oluşturabileceği olası etkiler irdelenecektir. Bir çevirmenin en az yapay zekâ kadar Çevirmen Meslek Standardını karşılaması gerektiği önermesinden hareketle Çevirmenlik Mesleğinde yapay zekânın yerini tartışmayı amaçlayan bu araştırma ayrıca bugüne kadar alan yazınında sıkça dile getirilen “dil endüstrisi yapay zekânın da gelişimi ile çeviri endüstrisine mi dönüşecektir?” sorusuna cevap aramaya çalışmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Çeviri Endüstrisi, Yapay zekâ, Çevirmenlik Mesleği, Çevirmen Yeterlilikleri, Özel Alan Çevirmeni
Çeviribilim / Translation Studies
Toplumdan topluma farklılık gösteren kültür, birçok ögeden oluşmaktadır. Somut ve aynı zamanda soyut olabilen bu kültürel ögeleri (culture specific items), Peter Newmark ‘Translation and Culture’ (2001) başlıklı makalesinde ayrıntılandırmıştır. Newmark bu çalışmasında ‘çevresel unsurlar’, ‘gelenekler ve meşgaleler’, ‘sosyal hayat’, ‘kamu hayatı’, ‘kişisel hayat’, ve ‘kişisel tutkular’ kategorileri altında kültürel ögeleri değerlendirmiştir. Edebi metinlerde çok sayıda bulunan bu ögeler, içeriksel özgünlük ve zenginlik kazandırmak amacıyla Japon çizgi roman türü mangalarda da bulunmaktadır. Kültürel ögelerden faydalanan Japon şirketleri 90’lı yıllarda kendi kültürlerini dünyaya tanıtıp satış noktası haline getirmişlerdir. Bu doğrultuda hazırlanan ürünlerden biri olan mangalar, uzun süre boyunca çoğunlukla hayran çevirmen adı verilen amatör gruplar tarafından çevrilmiştir. Bu çevirmenler artan talepler doğrultusunda elektronik araçlara, dolayısıyla da yapay zekâ temelli sitemlere yönelmişlerdir. Otomatik manga çevirisi, çeviri sektöründe vazgeçilmez bir konuma gelmiştir. İnsan çevirisinin yanı sıra yapay zekâ tabanlı makine çevirisi, Japon kültürünü tanıtmak ve benimsetmek amaçlı kurgulanan manga hikayelerinin farklı kültürlere aktarımında önemli bir rol oynamaktadır. Bu çalışmada, Kousuke Oono’nun ‘Gokushufudou’ (Way of the House Husband / Ev Erkeğinin Yolu) isimli Japonca manganın Güneş Sargüney tarafından Türkçe çevirisi ve Code’n Such’ın geliştirdiği, yüz tanıma sistemi (facial recognition system), ‘OCR’ (optik karakter tanıma/ optical character recognition) ve makine çevirisi barındıran yapay zekâ temelli ‘OneTranslate’ uygulaması aracılığıyla tarafımca gerçekleştirilen Türkçe makine çevirisi bütünce olarak ele alınacaktır. Japoncadan Türkçeye aktarımda, insan kaynaklı geleneksel çeviri ile makine çevirisi arasında Japon kültürüne ait doku karşılaştırarak benzerlikler ve farklılıklar gözlemlenecektir. Dolayısıyla ‘Gokushufudou’ hikayesinde yer alan kültürel ögelerin insan ve yapay zekâ aracılığıyla Türkçeye aktarımında başvurulan stratejiler ışığında uygulanan iki farklı yöntemin sonuçları değerlendirilecektir.
Anahtar Sözcükler: kültürel ögeler, manga, insan ve makine çevirisi, Peter Newmark, yapay zekâ
Bu çalışma, Konstantinos Kavafis'in Homeros’un Odysseia’sını kendine has tarih anlayışıyla yeniden yorumladığı, İthaka adlı ikonik şiirinin yapay zeka tarafından Yunanca, Türkçe ve İngilizce olarak yeniden yazılma ve çeviri süreclerini inceler. Araştırmada, yapay zekanın edebi metinleri yeniden üretme kapasitesini ve bu süreçte dilsel, kültürel, biçimsel ve tematik detayları ne ölçüde koruyabildiğini değerlendirmeyi amaçlanmaktadır. İthaka şiiri, Kavafis'in en ünlü eserlerinden biri olup, hayat yolculuğu ve hedeflere ulaşma temalarını işler. Öncelikle, İthaka şiirinin orijinal Yunanca metni alınacak ve yapay zeka kullanılarak Türkçe ve İngilizceye çevrilecektir. Kaynak metin, insan eliyle oluşturulan daha önceden basılmılş iki hedef dildeki metinler ve yapay zekanın oluşturduğu çeviri metinlerle karşılaştırılacaktır. Edebiyat ve özellikle şiir çevirisi gibi karmaşık bir alanda, yapay zekanın kullanım potansiyeli ve mevcut sınırlamaları üzerinde durulacaktır. Ayrıca, bu teknoloji ile gelecekte edebiyat ve çeviri alanlarında ne tür yeniliklerin mümkün olabileceği de tartışılacaktır. Buna ek olarak; Yapay zekadan, bazı edebiyat tarihçileri tarafından zamanının ötesinde olduğu düşünülen ve Modern Yunan Şiirinin öncülerinden biri olarak değerlendirilen Kavafis’in Ithaka şiirini, Yunanca, İngilizce ve Türkçe olarak yeniden yazması istenecektir. Yapay zekanın ürettiği şiirler orijinal eserle karşılaştırılacaktır. Amaç, yapay zekanın metnin temasını, duygusal yoğunluğunu ve kültürel bağlamını ne kadar doğru aktarabildiğini gözlemlemektir. Bu karşılaştırmalar sayesinde, yapay zekanın farklı dillerdeki metinleri nasıl yeniden yazdığı, hangi noktalarda başarılı olduğu ve nerelerde eksiklikler gösterdiği analiz edilecektir. Yapay zekanın dil bariyerlerini aşma yeteneği ve edebi metinlerdeki başarıları hakkında yapılan bu inceleme, teknoloji ve insan iş birliğinin geleceği hakkında da önemli ipuçları verecektir. Yapay zekanın çeviri ve yeniden yazım alanlarına sağladığı olanaklar, eksikleriyle birlikte değerlendirilecektir.
Anahtar Sözcükler: Kavafis, İthaka, Yapay Zeka, Çeviri, Yeniden Yazım
Felsefe / Philosophy
Bu makale metaverse ortamında siyasetin nasıl yürütüldüğünü ve bu süreçte ortaya çıkan etik sorunları kapsamlı bir şekilde ele almaktadır. İlk olarak metaverse kavramı ayrıntılı bir şekilde tanıtılmaktadır. Makalenin akışı öncelikle metaverse’in tanıtılması, ardından metaverse’de karşılaşılan ana problemlerin ve bu problemlerin oluşturduğu etik sorunların ele alınması şeklinde planlanmıştır. Devamında, yaşadığımız dünyadaki etik sorunların metaverse’de yansıması ve metaverse’de siyaset yaparken ortaya çıkan etik sorunlar tartışılmıştır. Metaverse’de etik sorunlar iki ana boyutta incelenmiştir: Birincisi metaverse’in kendisinden ve kullanımından kaynaklanan etik sorunlar; ikincisi ise metaverse’de siyaset yaparken karşılaşılan etik sorunlardır.
Metaverse sanal dünyada siyasi faaliyetlerin nasıl gerçekleştirileceği konusundaki belirsizlikleri de beraberinde getirmektedir. Parti kurulup kurulamayacağı, partiye üye kaydı nasıl yapılacağı, parti toplantıları ve mitinglerin nasıl düzenleneceği gibi sorular henüz netlik kazanmamıştır. Ayrıca, metaverse’de parti merkezlerine yapılabilecek saldırılar, polis gücünün nasıl işleyeceği, sapkın sanal davranışlara karşı nasıl tepki verileceği gibi konular da çözüme ulaşılabilmiş değildir.
Etik kaygıların varlığı, metaverse’in kusurlu olduğu anlamına gelmemektedir. Aksine, çevrimiçi ve çevrimdışı yaşam deneyimimizi geliştirmek için etik sorunların düşünülmesi ve çözülmesi gerekmektedir. Metaverse insanlara mevcut etik sorunları gözlemlemek ve bu sorunları yeni bir bakış açısıyla ele almak için bir fırsat sunmaktadır. Bu bağlamda metaverse’in oluşturulurken dikkat edilmesi gereken etik ilkeler dört ana başlıkta ele alınmıştır: Kodlara müdahale ederek etik ilkeler oluşturma, akıllı sözleşmelerin etik prensiplerin yerleştirilmesindeki rolü, erişilebilirlik, çeşitlilik, eşitlik, güven ve mozaik yapıya dikkat edilmesi, ve insan merkezli tasarım felsefesi.
Sonuç olarak metaverse’de siyasi etik konular; avatarların oluşturulması ve onaylanması, partilerin teşkilatlanması ve metaverse’de düzenlenecek toplantıların yasal olarak tanınması gibi konuları kapsamaktadır. Metaverse’de siyaset yapmanın getirdiği zorluklar ve bu zorlukların aşılması için önerilen çözümler de tartışılmıştır. Metaverse’in sağladığı imkânların yanı sıra getirdiği etik ve yasal sorunların da farkında olunması ve bu sorunların çözülerek etik değerlere saygılı bir sanal dünya kurulmasının önemi vurgulanmıştır.
Anahtar Sözcükler: Metaverse, siyasi etik, insan merkezli tasarım, akıllı sözleşme, sanal dünya
Bilimsel araştırmaların teknolojik gelişmelerle ilişkisi sürekli yeniden tanımlanmaktadır. Yaygın kullanımda karşılığını bulan ya da yenilikçi yönleriyle toplumda bir beklenti oluşturan teknolojilerin ortaya çıkardıklarını incelemek isteyen araştırmacı, araştırma gündemini buna göre güncellemektedir. Bu gündem içerisinde kimi zaman teknolojinin kendisi bir araştırma nesnesi olarak ele alınmakta kimi zaman ise teknolojik yenilikler araştırmacılara veri toplama konusunda imkanlar sunmaktadır. Ağ bağlantılı teknolojilerin ortaya çıkışı da araştırmacıların böyle bir refleks geliştirmesiyle sonuçlanmıştır. Ağları birbirine bağlayan internetin 1990’lı yıllardan sonra yaygın kullanıma girmesiyle araştırmacılar hem bu teknolojinin getirdiklerini incelemeye hem de söz konusu teknolojiden veri toplamada yararlanmaya başlamışlardır. Ağ bağlantılı ortamlardan sıradan insanlara ait veri toplanmasının mümkün hale gelmesi ve bilimsel araştırmalarda bu teknolojileri kullanmak etik sorunları görünür kılmıştır. Yapay zekâ teknolojilerinin bilimsel araştırmalarda yaygın bir biçimde kullanılmaya başlanması etik sorunları derinleştirmiştir. Araştırmacılar bilimsel üretim yaparken yapay zekâ ya da üretken yapay zekâ araçlarından yararlanırken veri toplama işlemini bu araçlara bırakabilmektedir. Burada etik sorunların veri toplama teknikleriyle bağlantısı olduğu gibi politik yanları da vardır. Bilimsel araştırmaları mesleki etik açıdan düzenleyen kuralları bünyesinde barındırması bakımından araştırma etiğinin söz konusu gelişmeleri düzenlemesi beklenebilir. Çünkü araştırma etiğinde araştırmacının uyması gereken kurallar araştırma öznelerinin zarar görmemesi ve araştırmada etik süreçlerin işletilmesi yönündedir. Ancak bu süreçler politize edilebilir ve araştırmacıların pragmatik davranışları bilimsel üretimin değerini düşürebilir. Bu araştırmanın konusunu yapay zekâ araçlarından destek alınarak gerçekleştirilen araştırmalarda araştırma etiğinin nasıl yaşama geçirildiği oluşturmaktadır. Yapay zekâ teknolojilerinin bilimsel araştırmalarda artan kullanımının ortaya çıkardığı etik sorunları tespit etmek ve politize edilen etik sorunların önüne geçebilmek adına sorunların tespiti önemlidir. Bu yüzden bu araştırmada bilimsel araştırmalarda yapay zekâ teknolojilerinden faydalanmanın getirdiği etik sorunlar ve yönerge/yönetmelikle bu araştırmaları denetleyen otoritelerin mevcut duruma yönelik yaklaşımlarının ortaya koyulması amaçlanmaktadır. Bu bağlamda yapay zekâ araçlarından faydalanılarak gerçekleştirilen 20 makale örneklem dahil edilerek nitel içerik analizi uygulanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Yapay Zekâ, Araştırma Etiği, Makaleler, Veri, Etik
Felsefe / Philosophy
İdeal ve arzu edilen bir düzene işaret eden ütopya fikrinin tersten okunuşunu sergileyen distopyalar, birilerinin arzuları ve hayalleri uğruna büyük toplulukların etkilendiği karanlık zamanları ve mekanları sergilerler. Hem edebi eserlerde hem de sinemada distopyaların dikkat çekici olmasının ardında bu karanlık düzenlere dair korkularımız vardır. Bu korkular arasında en önemlisi, gelecekte konumlanan bilinmezlik ve ölüm korkusudur. Bireyin hem kendi ölümüne hem de sevdiklerinin ölümüne karşı içinde bulunduğu duygu durumu, çoğunlukla teknolojik ilerlemeden hareketle bir çare bulma arzusunu kendinde taşır. Bilimkurgu temelli distopyalarda ölümü aşma adına geliştirilen düzenlerin, bireyi yok etme pahasına yeni bir insan anlayışını beraberinde getirdiği görülür. Bu çalışmada, söz konusu yeni insan anlayışı ve gelecek sorununun distopyalardaki açılımı iki noktadan hareketle sorgulanmaya çalışılacaktır: zamanla bağımız ve teknolojik ilerleme. Zamanla bağımızı sorgulamayı sağlayan en önemli distopyalardan biri şüphesiz H.G.Wells’in Zaman Makinesi’dir. Zaman yolculuğuna olanak tanıyacak bir teknolojik gelişmenin gerçekten bir ilerleme sayılıp sayılamayacağı, koşulsuz mutluluğun ilerleme aracılığıyla elde edilip edilemeyeceği, gelecekte bizi bir karanlığın mı yoksa aydınlık bir düzenin mi beklediği türünden çeşitli soruları önümüze seren kurgu, insanın, zaman boyutları arasındaki yolculuğunun başka deyişle zamanda ilerleme olanağının ölümün ötesine gitmeyi, kendi ölümünü aşmayı ve ölüm karşısındaki kaygıyla başa çıkabilmeyi sağlayabileceğini gösterir. Eser aynı zamanda, gelecekteki konumlanışın bir hayal kırıklığını beraberinde getirebileceğini düşündürmek açısından da kıymetlidir. Wells, zaman makinesi üzerinden, hem mekanla hem de zamanla kurduğumuz bağı sorgulatırken bizi insanlar açısından ikiye bölünmüşlükle de yüzleştirir. Yer altı ve yer üstü ayrımıyla iki farklı profil sunulurken, okur her iki profilin de aslında insan olmadığını düşünmeye sevk edilir. Böylece, teknoloji, gelecek ve ölüm kavramları ekseninde “insani olandan uzaklaşma” durumu sorgulanır. Aynı durumu sorgulatan bir başka önemli kurgu ise, Black Mirror’ın “Be Right Back” başlıklı bölümüdür. Bu bölüm de aynı kavramlar ekseninde değerlendirilebilmektedir. Sevdiği adamın ölümünün ardından, onun sosyal medyadaki verileri aracılığıyla oluşturulan, ölen kişi ile aynı sese ve görüntüye sahip olan bir robotla yaşamaya başlayan kadın kahraman aracılığıyla, hem mutluluk, yas, ölüm ve duygu kavramları sorgulatılır hem de teknolojik ilerlemenin sağladığı imkanların yeni insanımsılar aracılığıyla önümüze sermesi muhtemel olan bir distopik düzen resmedilir. Günümüz şartları açısından değerlendirildiğinde, özellikle yapay zekanın rolü, hem Black Mirror’ın ilgili bölümünde ve hem de Zaman Makinesi’nde gördüğümüz kurgunun çok da uzağımızda olmayabileceğini fark ettirir. Bu farkındalık ise, hem her iki kurguyu ütopik ve distopik özellikleri üzerinden sorgulamayı sağlar, hem de gelecek üzerine yeniden düşünmeye davet eder. İşte bu çalışmada, iki temel veri üzerinden, teknoloji, ölüm, yeni insan, akıl-duygu ilişkisi ve yapay zeka kavramları ekseninde ilerlenerek gelecek sorunu tartışılmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Distopya, Zaman, Teknoloji, Gelecek, Ölüm
Bu çalışma, yapay zekanın, özellikle büyük dil modellerinin, farklı distopyalara nasıl yaklaştığını analiz etmeyi amaçlamaktadır. Çalışmanın temelinde, popüler distopyaların incelenmesi ve bu distopyaların yapay zeka tarafından nasıl yorumlandığı yer almaktadır. Ayrıca, büyük dil modellerinin, temperatür ve top-p parametreleri değiştirildiğinde distopik bakışlarının nasıl evrildiği de incelenecektir.
Çalışmanın ilk aşamasında, literatürde sıkça rastlanan on popüler distopya seçilecektir. Bu distopyalar şunlardır:
George Orwell - 1984
Aldous Huxley - Cesur Yeni Dünya
Ray Bradbury - Fahrenheit 451
Margaret Atwood - Damızlık Kızın Öyküsü
Philip K. Dick - Android'ler Elektrikli Koyun Düşler mi?
Suzanne Collins - Açlık Oyunları
Lois Lowry - Seçilmiş Kişi
Anthony Burgess - Otomatik Portakal
H.G. Wells - Zaman Makinesi
Yevgeny Zamyatin - Biz
Her bir distopya, belirli temalar ve başlıklar altında analiz edilecektir. Örneğin, "1984" distopyası şu başlıklar altında incelenecektir:
Devlet Kontrolü
Gözetim
Bilgi Manipülasyonu
Bireysel Özgürlüklerin Kaybı
Bu temaların günümüz dünyasında gerçekleşme ihtimalleri yüzdesel olarak değerlendirilecektir. Değerlendirme yapılırken, yapay zekanın farklı temperatür ve top-p parametreleri kullanılarak bu distopyaların gerçekleşme olasılıkları hesaplanacaktır. Bu analiz sayesinde, yapay zekanın hangi distopyalara daha yakın bir bakış açısına sahip olduğu ortaya konulacaktır.
Araştırma Yöntemi:
Bu çalışma, nicel araştırma yönteminin "ihtimal (olasılık) teorisi ve istatistiksel analiz" alt alanına dayanmaktadır. Araştırma sürecinde, yapay zekanın farklı temperatür ve top-p parametreleri altında ürettiği metinler analiz edilecektir.
İlk olarak, seçilen distopyalar belirli başlıklar altında detaylandırılacaktır. Daha sonra, büyük dil modeli olan yapay zekaya bu distopyalarla ilgili sorular yöneltilerek, modelin verdiği yanıtlar toplu bir veri seti olarak değerlendirilecektir. Bu veriler, istatistiksel analizler ve olasılık hesaplamaları kullanılarak yüzdesel olarak yorumlanacaktır.
Çalışmanın ikinci aşamasında, büyük dil modelinin temperatür ve top-p parametrelerinin distopik bakış açısına olan etkisi gözlemlenecektir. Temperatür ve top-p değerleri değiştirilerek, yapay zekanın ürettiği metinlerdeki distopik öğelerin nasıl değiştiği analiz edilecektir. Bu sayede, farklı parametrelerin yapay zekanın distopik bakışını nasıl şekillendirdiği hakkında bilgi edinilecektir.
Sonuç olarak, bu çalışma, yapay zekanın distopyalara yaklaşımını ve bu yaklaşımların farklı parametrelerle nasıl değiştiğini ortaya koyarak, yapay zekanın toplumsal olaylara ve gelecek senaryolarına bakış açısını anlamamıza katkı sağlayacaktır.
Benlik, Kültür ve Yapay Zekâ / The Self, Culture and Artificial Intelligence
This work aims to research the linguistic capabilities of Neural Language Models (NLMs) by studying autobiographical narrative coherence. The ability of NLMs to understand and produce human language has made them useful in a broader range of research and are also beginning to play their part in the social sciences (Aher, 2023). We decided to exploit the linguistic representation capacity of NLMs to investigate one of the most profound and individual aspects of human language: the narrative coherence. Studying this aspect from a social point of view is very challenging since autobiographical narratives are linked to the psychological dimension and identity construction of the individual. This opportunity is interesting because the artificial narrative production passes through a "Social Simulacra" (Park, 2022), a statistical representation of a vast overlap of individuals peculiarly condensed into a single prompt, becoming more precise the more specific the prompt request (Argyle, 2023). For this work has been took as reference the sample used for the standardization of the Narrative Coherence Coding Scheme (NaCCS) (Reese et al., 2011), a method commonly used for multidimensional analysis of narrative coherence. Following a proper induction NLMs were tasked with generating autobiographical stories about “personally” significant events. The results of the analyses demonstrated the varying consistency of the coherence dimensions along the variables introduced and analyzed through NaCCS. This study is limited to focusing on a representative sample of the American middle class, further studies can examine other specific socio-cultural factors through targeted prompt induction as used in the present work.
Keywords: Neural Language Models; Narrative Coherence; Social Simulacra; Prompt Induction; Content Analysis
Giderek artan büyük veri kümelerini analiz edebilen ve insan dilini anlama, üretme kabiliyetine sahip Büyük Dil Modelleri (BDM), bireylerin davranışlarını, tercihlerini ve ihtiyaçlarını anlama ve yansıtma potansiyeline sahip olmaya başlamıştır. Sosyal bilimlerde Yapay Zeka (YZ) çalışmalarında, veri mahremiyeti ve ticari manipülasyon konuları, İnsan-Bilgisayar Etkileşimi (İ-BE) etik tartışmaların merkezine yerleşti. Psikolojide ise tartışmalar BDM’lerin (ChatGPT, Gemini vb.) önyargı ve ayrımcı sonuçlar üretip üretmediği üzerine yoğunlaştı. Yapay psikoloji çalışmaları ise BDM’lerin daha insansı tepkiler ve muhakeme yetenekleri gösterip gösteremeyeceği sorularına çözüm aradı. İnsan katılımcıların yerine YZ destekli sentetik katılımcılarla yapılan psikoloji araştırmaları, insan davranışlarının ve kararlarının modellenebilir olup olmadığı tartışmalarını gündeme getirdi.
Bu çalışmanın amacı, sistematik literatür taraması yöntemiyle BDM ve YZ teknolojilerinin sunduğu potansiyel ve etik sorunları, Genişletilmiş Bilişsel Benlik (GBB) kavramı çerçevesinde insan davranışlarını ve kararlarını modelleme girişimlerini incelemektir. Bu amaç doğrultusunda şu araştırma sorularına cevaplar arandı: GBB olgusu, YZ ve dijital ikizlerle nasıl bir ilişki içindedir? İ-BE alanında bireyin tekrar odağa alınması psikolojik olarak neden önemlidir ve bu nasıl gerçekleştirilebilir?
Çalışma, merkezi olmayan ve kişiselleştirilmiş dijital ikizlerin konusundaki etik tartışmaları da ele alarak İ-BE alanında bireyi tekrar odağa almanın gerekliliğini kavramsal argümanlarla savunmaktadır. İlk olarak insanın büyük veri kümeleri karşısında bir veri üreticisi nesne olma hali yerine GBB inşasının önemine, ikinci olarak GBB’nin merkezi olmayan ve kişiselleştirilmiş dijital ikizlerden oluşmasının önemine işaret edilmektedir. Son olarak psikolojide çalışmaların GBB üzerine etik tartışmalara odaklanılması gerekliliği ele alınmaktadır. Bu çalışmada, BDM'lerin kişiselleştirilmiş ve merkezi olmayan dijital ikizlerin geliştirilmesindeki potansiyelini vurgulanmakta ve bu dijital ikizlerin insanlara GBB olarak nasıl hizmet edebileceğini tartışılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Büyük Dil Modelleri, Genişletilmiş Bilişsel Benlik, Dijital İkizler, Psikoloji, İnsan-Bilgisayar Etkileşimi
The relationship between human beings and artificial intelligence (AI) serves as a profound reflection of the human psyche, considering the Lacanian concept of the mirror stage. This paper posits that AI acts as a modern mirror, revealing significant elements of a subject’s being, particularly narcissism and paranoia, through examples from movies and series. The Lacanian mirror stage describes the formation of the ego through identification with one’s own reflection. However, Lacan emphasizes that prior to identification, the encounter with this reflection contains ambivalence, envy, rivalry, as well as narcissistic and paranoid overtones (Lacan, 1949/1977). Not only is an individual’s preoccupation with their self-image (ego) on social media platforms an indicator of human narcissism (McCain, & Keith, 2018), but the arrogant attitudes of robots and AI engines—products of human creation—also reflect this element, which forms the foundation of the psyche's structure. In fact, AI represents a canvas on which creators reflect and project their own psychological makeup. Congruently, anger and hostility are also projected onto this canvas, leading to paranoid overtones in our relations with these technological products. Even though AI’s pervasive surveillance and data mining capabilities intensify paranoia, as individuals grow increasingly wary of privacy invasion and manipulation (Kuldova, 2020), this paranoid approach to AI has already been reinforced by portrayals in various movies and series such as The Matrix, I, Robot, and Black Mirror, as well as the discourse of the media. These portrayals reveal a consistent theme in terms of our position relative to AI, marked by narcissism and paranoia. This paper aims to exemplify this situation by analyzing scenes from movies and series.
Keywords: Artificial intelligence, mirror stage, narcissism, paranoia, projection
Eğitimde Yapay Zekâ / Artificial Intelligence in Education
Eğitimin tarihsel süreci, sosyolojik mekan ve zamanın etkisiyle sürekli değişim göstermiştir. Ulus devletlerin standartlaştırma çabalarıyla şekillenen geleneksel eğitim sistemi, internetin ve dijital araçların devreye girmesiyle köklü bir dönüşüm geçirmiştir. Web 1.0 ile başlayan dijitalleşme, bilginin statik sunumuyla sınırlıydı. Web 2.0 ise kullanıcıların etkileşime geçmesini sağladı, bu da uzaktan eğitimin yaygınlaşmasını hızlandırdı. Web 3.0, verilerin anlamlandırılmasını ve kişiselleştirilmiş öğrenme deneyimlerini mümkün kıldı. Şimdi ise Web 4.0, yapay zeka ve metaverse ile eğitimin tamamen immersif ve adaptif bir hale gelmesini vaat ediyor.
Metaverse, sanal gerçeklik ortamlarıyla öğrencilere eşsiz deneyimler sunarken, yapay zeka kişiselleştirilmiş ve anında geri bildirim sağlayan eğitim süreçleri oluşturuyor. Türkiye'de Açık Öğretim ile başlayan demokratikleşme hareketi, pandemi süreciyle birlikte daha da önem kazanmıştır. Ancak, mevcut sistemler hala Web 2.0 teknolojilerinde kalmış durumdadır ve daha ileri tekniklerin kullanımı gerekmektedir.
Eğitimde bireyselleşme ve adalet, öğrencilerin ihtiyaçlarına uygun eğitim yollarının geliştirilmesiyle sağlanabilir. Yapay zeka destekli eğitim asistanları ve metaverse sınıfları, coğrafi sınırlamaları ortadan kaldırarak küresel bir öğrenme ortamı yaratır. Bu sunum, metaverse ve yapay zekanın eğitime entegrasyonunu, mevcut sistemlerle uyumlu hale getirmenin yollarını ve karşılaşılabilecek zorlukları ele almayı amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Metaverse, Yapay Zeka, Dijital Eğitim, Sanal Gerçeklik, Kişiselleştirilmiş Öğrenme.
Bu araştırmanın amacı, Web of Science (WoS) veri tabanında yer alan dergilerde “Eğitimde Yapay Zeka” ile ilgili yazılan makalelerin genel eğilimlerini içerik analizi ile belirlemektir. Bu amaçla 57 makale incelenecektir. WoS’da arama bölümüne “artificial intelligence in education” anahtar kelimesi yazılarak 2778 çalışmaya erişilmiştir. 2024 yılı için hala makale eklemeleri vb. işlemler devam ettiği için araştırmaya dahil edilmemiştir. Bu nedenle yayınlanma yılı olarak son on yıl seçilmiştir. 2013-2023 arasında 1638 çalışma yer almıştır. “Web of Science Index” olarak SSCI, SCI-Expanded, A&HCI ve ESCI indeksleri çalışmaya dahil edilerek 534 çalışmaya ulaşılmıştır. Daha sonra “Web of Science Categories” bölümünde “Education Educational Research”, “Education Scientific Disciplines” ve “Psychology Educational” filtreleri seçilerek 85 çalışmaya ulaşılmıştır. Dil olarak sadece İngilizce dilinde yapılan çalışmalar dahil edilerek 77 çalışma içinden “document type” olarak da “article” seçilerek 57 makaleye erişilmiştir. Araştırmacı tarafından hazırlanan “Makale Kontrol Formu” ile makaleler incelenecektir. Makale Kontrol Formu’nda makalenin hangi yıl yayınlandığı, kimler tarafından yazıldığı, hangi ülkeden araştırmacıların olduğu, hangi dergilerde yayımlandığı, hangi konu alanında olduğu vb. gibi kriterler yer alacaktır. Bu araştırma betimsel tarama modelinde bir araştırmadır ve elde edilen verilerin değerlendirilmesinde içerik analizi kullanılacaktır. Makaleler belirlenen kategorilere göre incelenecektir. Birbirine benzeyen veriler belirli kavram ve temalar çerçevesinde bir araya getirilecektir. Makalelerin analiz ve yorumlama sürecinde verilerin adlandırılması,kategorileştirilmesi, güvenirliğinin incelenmesi ve frekansların hesaplanması yapılacaktır. Belirlenen özelliklere göre makaleler incelendikten sonra değerlendirilip eğitimde zapay zekanın daha çok hangi konular üzerine eğildiği gibi son zamanlarda hızla yükselişe geçen ve eğitim uygulamalarında kullanılmaya başlanan yapay zeka ile ilgili daha ayrıntılı bilgilere yer verilecektir. Ayrıca elde edilen verilerin, yapay zeka ile ilgili eğitimde yapılan araştırmalara yön verebileceği ve yapay zekayla ilgili eğitimede yapılan araştırmalara önemli katkılar sağlayacağı düşünülmektedir.
Anahtar Sözcükler: Eğitim, eğitimde yapay zeka, içerik analizi, yapay zekanın eğitime yansımaları, yapay zeka kullanım alanları
Üstün yetenekli öğrenciler, kendilerine ve topluma katkılarını gerçekleştirmek için normal okul programı tarafından standart olarak sağlanan eğitim öğretim faaliyetlerinin ötesinde farklılaştırılmış eğitim programlarına ihtiyaç duyan çocuklardır. Yüksek performans gösterebilen bu çocuklar, ortalama üstü genel zihinsel yetenek, yaratıcılık ve motivasyon alanlardan herhangi birinde tek başına veya bir arada başarı ya da potansiyel yetenek sergileyebilmektedir. Türkiye’de bir öğrencinin üstün yetenekli olarak tanılanması ile öğrencinin yetenek alanına göre ortaöğretimin sonuna kadar bilim ve sanat merkezlerinde destek eğitim alabilmektedir. Üstün zekâlı veya yetenekli çocuklar, profesyonel niteliklere sahip kişiler tarafından tespit edilen çocuklardır. Ülkemizde bir öğrencinin üstün yetenekli olarak tanılanması “Aday gösterme aşaması”, “Ön değerlendirme aşaması” ve “Bireysel değerlendirme aşaması” sırasına göre üç aşamalı olarak yapılmaktadır. Bu işlemler için büyük oranda emek, zaman, maddi gider harcanmaktadır. Bu çalışma ile öğrencilerin özniteliklerinden elde edilecek veriler kullanılarak makine öğrenmesi algoritmaları ile genel zihinsel yetenek alanından sınava girecek olan öğrenciler için üstün yetenekli olarak tanılanma süreçlerinin daha pratik ve objektif bir şekilde yapılması amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda bilim ve sanat merkezi öğrenci tanılama sürecindeki öğrencilerin öz nitelik ve ders notları verilerinin sınıf öğretmenlerinden alınması ve bu veriler ile makine öğrenmesi algoritmaları kullanılarak en yüksek doğruluk seviyesinde olan algoritma ile bir model oluşturmak istenmektedir. Bu model ile üstün yetenekli öğrenci tanılama işlemlerindeki ilk iki aşamanın otomatik olarak yapılması hedeflenmektedir. Üstün yetenekli öğrenci tanılama sisteminde 3.aşama olan bireysel değerlendirme aşamasına, öğrencilerin girebileceği veya giremeyeceği şeklinde yapılacak etiketleme ile öğrencilerin zekâ testlerine girmelerinin sağlanması ile şuan uygulanan sistemdeki objektifliğin sağlanacağı, ülke açısından zaman ve maddi tasarrufun sağlanacağı öngörülmektedir. Alanda yapılan çalışmalar incelendiğinde bu çalışmanın amacında geliştirilen bir model bulunmadığı görülmüştür. Geliştirilecek sistem bir web sayfasından alınacak veriler ile ülkenin tüm okullarındaki sınıf öğretmenleri tarafından kullanılması sağlanabilir.
Anahtar Kelimeler: Bilsem, Makina Öğrenmesi, Üstün Yetenek, Üstün Yetenekli Öğrenci Tanılama, Yapay Zekâ.
Medya ve Sinema Çalışmaları / Media and Film Studies
Autodale is a series of dystopian animated short films created by David James Armsby between 2017-2021. The main setting of the series is Autodale, a city where the society is controlled by the “Matriarch”, an unknown entity of Artificial Intelligence and her robots known as the “Handymen”. Societal norms in the Autodale Series revolve around the Matriarch’s body perception which is based on prettiness. In this sense the primary goal of every Autodale citizen is to strive for physical attractiveness, procreate, and raise aesthetically pleasing children for the society before aging into ugliness. The adults are required to wear masks continuously to conform to the singular ideal of being pretty imposed by the Matriarch. The individuals who do not fit in with the societal definition of pretty are labelled as ugly and exterminated by the Handymen to uphold the collective order established by the Matriarch. Through the symbolism of masks worn by characters, the film portrays a society where individuality is suppressed, and homogeneity prevails under the control of artificial intelligence. By taking a semiotic approach, this study aims to analyze the filmic representations of AI-Tyranny and its influence on social life in Autodale Series. It focuses on themes such as conformity, homogenization, and the manipulation of media and imagery. Considering films as audiovisual texts, this paper tries to demonstrate how semiotic modes reflect the challenge between AI-dictated standards of the pretties and the uglies. Furthermore, this research investigates the broader implications of AI’s influence on society, including its impact on human interaction, self-perception, and cultural values.
Keywords: Autodale Series, body perception, artificial intelligence, homogenization, dystopia
Originally coined by Jonathan Shay to refer to the hyperbolic aggression that lies “at the heart of” (98) the psychosocial problems experienced by the veteran who has undergone traumatic stress, the concept of berserk fury is observed in desperate combat, which helps the combatant to “plunge[s] into reckless emergency action” (Farrell 2000, 182) when it is direly needed. While the phenomenon appears to be universal, from the fuming Malaysian brawlers for whom the term going amok was used and the Viking warriors who went berserk during skirmishes, to the Turkish akıncı or serdengeçti units known for their selfless desire for battle, a form of it pops up wherever we look. In his reformulation of it, however, Kirby Farrell refers to a berserk style – a motif shaped through “cultural influences” (2011, vii) in which “the uncanny powers associated with abandon” (2011, 7) are crystallized. Moreover, the trope also involves “fantasies that are pervasive if often unacknowledged in American culture” (2011, 8). The cultural style associated with going berserk, however, is not limited to humans. Indeed, a quick look at some popular US films exploring the concept of artificial intelligence (AI) reveals that berserk abandon is widely used to characterize aggressive, rebellious, or oppositional AI characters. Some of the most popular AI films, for instance, such as Stanley Kubrick’s 2001: A Space Odyssey (1968), James Cameron’s the Terminator (1984), Alex Proyas’s I, Robot (2004), Alex Garland’s Ex Machina (2014), and Gerard Johnstone’s “M3GAN” (2023) involve AI characters who, in one way or another, decide to antagonize human characters, or even humanity itself. Against this backdrop, this paper aims to examine the common filmic trope of AI-gone-berserk where AI characters contest their ancillary status by going off the deep end. Since they are widely popular, and thus may potentially reflect the zeitgeist better, the paper aspires to do this by analyzing the above films and proposes to explore the ways in which attitudes to AI have changed in the last half century through the concept of berserk abandon.
Key Words: Artificial intelligence, American cinema, Trauma Studies, Berserk, Kirby Farrell
Humanity has thought of themselves as a superior form of entity when compared to other forms of life. This human-centred perspective has been injected in every walk of life by showing a hierarchical standpoint in establishing our relationlity with other human and non-human entities. This stratified mindset also makes itself apparent when we deal with technology and artifical intelligence. Hence, we tend to approach AI by limiting it within a dual logic of master/ slave dichotomy. In this line of thinking, many fictional depictions of AI present it either as serving passively to their human masters or rioting against them by plannig to rule over humanity. This either-or logic is consolidated in a cinematic representation, The Terminator (1984) directed by James Cameron. The film visualizes humanity’s shared fear regarding robots’ taking the control in their hands with an intention to wipe out humanity as humans are believed to constitute a serious threat for the future of AI. Skynet, which is presented as a significant AI defense system in the film, evolves into a hostile force fighting against humanity. This paper aims to problematize human and AI relationality respresented in the film by maninly taking into consideration the evolution of Skynet from a defense mechanism into a serious threat for the existence of human race. In doing so, I aim to question the probabilities of going beyond this dual logic by establishing a flat ontology in Bruno Latour’s sense of the word in our fictional worlds. Since, in this way we will be able to resolve the boundaries of human-centric mindset by erasing residues of identity. As Serpil Opperman and Serenella Iovino highlight with their term storied matter: “Every living creature, from humans to fungi, tells evolutionary stories of coexistence, interdependence, adaptation and hybridization, extinctions and survivals. Whether perceived or interpreted by the human mind or not, these stories shape trajectories that have a formative, enactive power” (Opperman & Iovino, 8). By acknowledging how stories form our ways of existence, I aim to question if we can find a way to literalize human and AI relationality positioned beyond monolithic logic as exemplified in Cameron’s cult film The Terminator (1984).
Keywords: The Terminator, James Cameron, storied matter, flat ontology, affirmative transformation
Medya ve Sinema Çalışmaları / Media and Film Studies
Bu çalışmada, Ray Kurzweil'in tekillik teorisi ile Netflix'te yayınlanan Atlas filmi arasındaki ilişki detaylı bir şekilde incelenmektedir. Kurzweil'in tekillik teorisi, yapay zekânın insan zekâsını aşarak kendi kendini geliştirebileceği ve bu süreçte insanlık ile teknoloji arasındaki ilişkinin köklü bir şekilde değişeceği bir geleceği öngörmektedir. Atlas filmi ise, bu teoriyi sinematik bir anlatı ile ele alarak, yapay zekâ ve insanlık ilişkisini dramatik ve çarpıcı bir biçimde sunmaktadır. Çalışmada, Kurzweil'in teorisinin ve Atlas filminin yapay zekânın geleceğine dair öngörülerini karşılaştırmak ve bu öngörülerin medya söylemindeki etkilerini değerlendirilmektir. Çalışmanın kapsamını, Kurzweil'in tekillik teorisinin temel prensipleri ve Atlas filminin anlatısı oluşturmaktadır. Bu inceleme, filmdeki yapay zekâ teknolojilerinin ve insan-yapay zekâ ilişkilerinin Kurzweil'in öngörüleri ile ne ölçüde örtüştüğünü analiz etmektedir. Betimsel analiz yöntemi kullanılarak, filmin belirli sahneleri seçilmiş ve bu sahneler Kurzweil'in teorik çerçevesi ile ilişkilendirilmiştir. Bu bağlamda, filmin sunduğu teknolojik öngörüler ve dramatik unsurlar detaylı olarak ele alınmıştır. Çalışmanın bulguları, Atlas filmindeki yapay zekâ teknolojilerinin Kurzweil'in öngörüleri ile büyük ölçüde uyumlu olduğunu göstermektedir. Özellikle, filmin yapay zekâ sistemlerinin insan zekâsını aşması ve kendi kendini geliştirebilmesi, tekillik teorisinin temel prensiplerini yansıtmaktadır. Bununla birlikte, filmdeki dramatik anlatı ve insan-yapay zekâ ilişkileri, Kurzweil'in teorik öngörülerinden bazı yönlerden sapmalar içermektedir. Bu sapmalar, teknolojik gelişmelerin toplumsal ve etik yansımaları üzerine yeni tartışma alanları açmaktadır. Sonuç olarak, bu çalışma Kurzweil'in tekillik teorisi ve Atlas filmi arasındaki ilişkiyi derinlemesine inceleyerek, yapay zekânın geleceği hakkında önemli ve özgün bir bakış açısı sunmaktadır. Çalışma, yapay zekâ ve insanlık arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamayı amaçlamakta ve bağlamda, hem teorik hem de pratik açıdan önemli sonuçlar ortaya koymaktadır.
Anahtar Sözcükler: Tekillik Teorisi, İnsanlık 2.0, Yapay Zeka, Atlas filmi, Ray Kurzweil.
Bilgisayarların film üretiminde ilk kez kullanıldığı 1973 tarihli Westworld filmi üzerinden 50 seneden fazla zaman geçmesine rağmen bilgisayarların, özellikle yapay zekâ teknolojilerinin sinema endüstrisinde kullanımı üzerine tartışmalar devam etmektedir. Yapay zekâ araçlarının kullanımı bir yandan sinema sektörün insansızlaşması olarak görülürken (Lee, 2022), diğer yandan bu teknolojilerle üretilen çıktılar eleştirilmekte; yapay zekânın hatalı, taraflı ve düşük kaliteli içeriklerin üretimine sebebiyet verdiği düşünülmektedir (Huang & Siddarth, 2023). Tartışmaların sonucu ne olursa olsun film üretimine yönelik teknolojilerin hem sayısı artmakta hem de yetenekleri gelişmektedir. Senaryo yazımı, pazarlama, post-prodüksiyon (Pradeep ve ark., 2023) gibi insan emeğini destekleyici teknolojilere, direktifler doğrultusunda film üretebilen Sora gibi teknolojiler eklenmiştir (Karaarslan ve Aydin, 2024). Bu durum üretim sürecinde yapay zekânın rolü kadar insanın ve insan yaratıcılığının güncel pozisyonunu etkilemektedir. Başka bir deyişle insan emeğinin birkaç kelimeyle komuta indirgendiği bir çağda film endüstrisinde insanın failliği tartışma konusu olmuştur.
Yapay zekâ, insan ve yaratıcılık etrafında şekillenen bu bildiride doğal ve yapay yaratıcılık süreçleri karşılaştırmalı ve eleştirel bir gözle ele alabilmek için Chris Marker’ın La Jetée isimli kısa filminin 1 dakikalık kısmı yapay zekâ araçlarıyla yeniden üretilmiştir. Bu süreçte filmin senaryosu ve görüntüleri sırasıyla ChatGPT ve Midjourney uygulamalarını yorumlatılmış ve baştan tasarlanması talep edilmiştir. Komutların yazımı ve üretilen içeriklerin video düzenleme programında bir araya getirilmesi dışında herhangi bir insan müdahalesi olmadan tamamlanan işlemin sonunda orijinal filmle yapay zekâ ile yeniden üretilen film karşılaştırılmıştır. Bu çalışma sayesinde bir yandan yapay zekâ teknolojilerinin sinema sektöründe bir faile, bir ROBOTeur’e, dönüşüm süreci hakkında fikir sahibi olunması; diğer yandan da şimdiye kadar “Auteur” olan insanın bu dönüşümdeki rolünün tartışılması hedeflenmektedir.
Anahtar Sözcükler: Yapay zekâ, sinema, bilgisayar üretimi görüntü, yaratıcılık, estetik
Günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası olan, mekânın tamamlayıcısı ve kullanıcı ile mekân bağlantısını sağlayan mobilyalar, toplumsal statüyü, ekonomik durumu, yaşam tarzını yansıtan objelerdir. Yapay zekâ temalı filmler, sadece teknolojik gelişmeleri değil, aynı zamanda bu teknolojilerin günlük yaşamımıza nasıl entegre olabileceğini de gözler önüne sermektedir. Bu bağlamda filmlerde, gelişen teknoloji ile geleceğin mobilyaları, sıklıkla yenilikçi ve akıllı çözümlerle tasvir edilmektedir. Geleceğin mobilyaları yalnızca estetik, kolaylık, tasarım ve konfor açısından değil, aynı zamanda işlevsellik ve teknolojik entegrasyon yönünden de değerlendirilmektedir.
Bu çalışma ile son dönem popüler yapay zekâ temalı sinema filmlerinde, geleceğin yaşam alanlarının kurgusunda kullanılan geleceğin mobilyalarının incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla, günümüzün sinema dünyasında yapay zekâ teması ile ön plana çıkan, özellikle dijital platformlarda 2010 yılı ve sonrasında yayınlanmış olan filmler tespit edilerek incelenmiştir. Filmler, geleceğin yaşam alanlarındaki mobilyaların nasıl tasvir edildiğine yönelik olarak belirlenen kriterlere göre sınıflandırılmış ve içerik analizi yapılmıştır. Filmlerde kurgulanan yaşam alanlarındaki mobilyalarda renk, form, tarz, tasarım, fonksiyon, kullanılan malzeme, doğal dokuların işleniş özelliklerinin yanı sıra, kullanıcıların ihtiyaçlarına adapte olabilen, hareket edebilen, kullanıcıların sağlık durumlarını izleyebilen ve yaşam kalitesini artırmayı hedefleyen sağlık izleme sistemleri ve ergonomik düzenlemelerle donatılmış, sosyal ve duygusal ihtiyaçlara yanıt verebilecek şekilde tasarlanmış, kişisel asistanlarla entegre olabilen, günlük işleri kolaylaştırırken aynı zamanda arkadaş gibi destek olabilen, hafif, dayanıklı, kolay üretilebilir, işlevsel, minimalist, sürdürülebilir ve geri dönüştürülebilir malzemelerden yapılmış olma, çevre dostu bir yaşam tarzını teşvik etmesi gibi kriterler açısından da değerlendirilmiştir.
Yapay zekâ temalı filmler, geleceğin mobilyalarının fiziksel özelliklerinin yanı sıra dijital ve sosyal entegrasyonlarını da vurgulamaktadır. Geleceğin mobilyaları, kullanıcıların yaşam kalitesini artırmak, günlük işlerini kolaylaştırmak ve hatta duygusal ihtiyaçlarına yanıt vermek üzere tasarlanmış kişiye özel yenilikçi çözümler sunmaktadır. Sinema gibi toplumsal gelişmeleri yansıtan ve toplumu etkileyerek yön veren sanatsal çalışmalar, gelecekte evlerimizin nasıl görünebileceğine dair ilham verici bir bakış açısı oluşturmaktadır ve geleceğin iç mekân yaşam alanı tasarımlarının şekillenmesinde rol oynayacak verilerin ortaya konması açısından önemlidir.
Anahtar Kelimeler: geleceğin mobilyaları, yapay zekâ gözüyle mobilya, teknolojik yaşam alanları, dijital yaşam.
Felsefe / Philosophy
This paper examines the potential threats of AI to human dignity in social science research through the lens of Scanlonian contractualism, offering both an explanation of the moral risks and a framework for addressing them. Human dignity is defined as the inherent worth of individuals, grounded in their capacity for rational moral agency. AI systems in social science research pose unique challenges to this concept by potentially undermining human agency, reducing individuals to mere data points, or reinforcing societal hierarchies.
Drawing on T.M. Scanlon's contractualism, particularly its ex ante interpretation, the article argues that AI applications in social science threaten human dignity when they can be reasonably rejected by those affected. The analysis considers three types of AI-related risks in research contexts: those affecting morally salient groups, less common groups, and random individuals.
The paper proposes that for AI use in social science to be morally permissible, it must impose only "acceptable risks on human dignity." This requires that research participants and subjects expect to benefit from the AI system's application. Strategies are offered for researchers to mitigate risks: (1) reducing expected harms and (2) increasing expected benefits.
The article presents case studies from social science research to illustrate these concepts and their application. It concludes by offering guidelines for social scientists, research institutions, and policymakers to ensure that AI systems in research respect human dignity while advancing scientific knowledge.
This interdisciplinary approach provides a nuanced framework for AI ethics in social science, emphasizing human dignity beyond traditional fairness considerations. It aims to inform research practices and policies, ensuring responsible AI use in social science while acknowledging the need for technological progress in the field.
Keywords: human dignity, AI, contractualism, T.M. Scanlon, social risk
While the use of artificial intelligence in forming databases, modelling and even for creating culturally relevant depictions or images provides several advantages, it also raises several ethical and political concern. This paper aims to discuss and question the potential of AI tools in the process of the democratization of knowledge. On the one hand, such tools can democratize the access to vast amounts of information which enables a much broader participation in research and scholarship. As well-known examples, AI can process large datasets which can uncover certain patterns and provide insights. Such tasks would be so impractical and burdensome for human researchers without AI assistance (Noble, 2018). As a result, it can be argued that the use of AI in humanities research not only accelerates the pace of analysis but also makes previously obscure knowledge more accessible to a wider audience.
On the other hand, the use of AI in humanities research leads to serious ethical concerns. One key concern is about the possible biases and representational unfairness that is caused by AI tools. Such tools are based on algorithms which are mostly sourced by present datasets that are formed by already existing cultural biases (O'Neil, 2016). As a result, AI serves to perpetuate the biases and even to deepen the current inequalities, which undermines its promise of the democratizing of knowledge. In addition to that, AI technologies are generally controlled by a few powerful entities which have a certain dominance over their applications. Obviously, this situation also raises several concerns about the accumulation of reliable and fair knowledge which does not marginalize (and even demonize) certain cultures and identities even further (Zuboff, 2019).
Accordingly, while AI promises to democratize the knowledge in the humanities, it is vital to critically examine and address the ethical and political concerns it carries through. It is necessary to ensure that the ethical principles such as fairness, pluralism and transparency are guiding the practical uses of AI in humanities research. As a result, it can be concluded that rather than a naïve optimism regarding the democratization of knowledge, the use of AI in humanities demands continuous attention and ethical sensitivity to balance innovation with ethics.
Key words: Fairness, ethics, knowledge, AI, democracy
The development of Artificial Intelligence (AI) for warfare raises critical ethical concerns. This paper explores the ethical boundaries of AI-generated weapons, particularly those capable of autonomous decision-making and target selection. The discussion centres on the potential for unintended harm due to algorithmic errors, the erosion of human accountability in warfare, and the broader implications for the future of armed conflict. The paper examines arguments for and against AI weapons, highlighting the potential benefits of increased precision and reduced soldier casualties. The paper inquires several questions such as who is responsible for civilian casualties or unintended consequences caused by autonomous weapons, whether AI can replicate the complex moral judgments required in the battlefield, distinguishing combatants from civilians and adhering to the principles of proportionality and distinction or not and if widespread adoption of AI weapons will lead to a destabilizing arms race, lowering the threshold for conflict escalation. The method used in the process of writing this article is more critical and analytical rather than persuasive as the main aim of the article is to present the pros and cons of AI-generated weapon use in warfare within the ethical framework. In addition, another issue that needs to be considered is that countries are competing with each other in the production of AI weapons. In this case, another question could be posed whether the world peace is at stake or not. Without a doubt, it should be emphasized that there needs the paramount importance of upholding international law and the principles of jus in bello (laws of war) when it comes to the use of AI-generated weapons. The conclusion underscores the urgent need for international dialogue and collaboration to establish clear ethical guidelines and regulations governing the development and deployment of AI weapons in warfare.
Keywords: Artificial Intelligence, ethics, warfare, weapons, just war
Çeviribilim / Translation Studies (PANEL)
Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın
Türk Dili Araştırmalarında Yapay Zekâ: Transleyt’in Sunduğu Yeni Ufuklar
Kısaca bir dil modeli olarak tanımlanan yapay zekâ (YZ) metinlerin anlam analizleri, sınıflandırılması vb. doğal dil işleme (DDİ) çalışmalarında; diller arasında veya dil içi çevirilerde; belirli konu ve üslupta metinler oluşturmada; yazım denetiminde; konuşma tanıma ve konuşulanları yazılı metne dönüştürmede; tarihsel metinlerin sayısal ortama aktarılarak veriye dünüştürülüp işlenmesinde; bu yollarla oluşturulacak büyük veri setlerinden otomatik olarak sözcük, deyim ve atasözlerini anlamları ve kullanımlarıyla çıkararak dinamik sözlükler oluşturmada yararlanılan yeni bir teknolojik yetenektir. Günümüzde dil araştırmaları ve dil bilimi çalışmaları YZ ile yeni bir boyut, nitelik ve içerik kazanmıştır. Türk dili alanındaki araştırmalarda YZ, Türkçenin işlenmesinde de yeni bir çağın başlangıcını oluşturmaktadır. Günümüzde sayıları giderek artan, çoğu yurt dışı kaynaklı YZ uygulamalarıyla kullanıcılar ilgilendikleri her alanda ve konuda bilgi edinirken bir yandan da Türk dili araştırmacıları YZ aracılığıyla Türkçeyi yeni yöntem ve yaklaşımlarla işleme, araştırma çalışmalarını yürütmektedir. Bu kapsamda Transleyt platformu, Türk dili araştırmacılarına yeni ufuklar sunmaktadır. Transleyt aracılığıyla Osmanlı Türkçesi metinlerinin çeviri yazısı artık son derece hızlı ve bir o kadar da başarılı yapılabilmektedir. Bu alanda çalışan biri olarak Osmanlı Türkçesi metinlerinin okunması, çeviri yazısının yapılması ve anlamlandırılmasının ancak yılların bilgi birikimi ve yoğun emekle gerçekleştirilebileceğini belirtmeliyim. Artık Transleyt sayesinde yüzlerce sayfadan oluşan Arap harfli metni ister çeviri yazılı ister ölçünlü yazıma aktarmak birkaç saniyede mümkün olabilmektedir. Transleyt’in Arap harfli Osmanlı Türkçesi metinlerini doğru okuma ve çeviri yazıda başarı oranının son derece yüksek olduğunu da söylemeliyim. Türkoloji eleştirilerinin tarihi, Osmanlı Türkçesinden yapılan metin çevirilerindeki okuma ve anlamlandırma yanlışlarıyla doludur. Bir insan ömrünü aşan bilgi birikimiyle yapılabilecek çeviri yazı çalışması Transleyt’le kolaylaşmaktadır. Çeviri yazısı çok kısa sürede gerçekleştirilen bir metnin ses, yapı, söz dizimi, söz varlığı ve anlam özelliklerini incelemek için araştırmacıya artık çok daha fazla vakit kalmaktadır. Transleyt aracılığıyla çeviri yazısı yapılan metni günümüz Türkçesine aktarmak, bir başka dile çevirmek de çok kısa sürede mümkündür. Günümüzün diliyle yazılmış metni geçmiş yüzyılların diline aktarmak da aynı derecede hızlıdır. Transleyt diğer özellikleriyle Türk dili araştırmacısının işini son derece kolaylaştıracak, hızlandıracak ve kazandıracağı süre ile daha ayrıntılı çalışmalarda Türkçenin işlenmesini derinleştirecek kullanıcı dostu bir uygulama ol arak öne çıkmaktadır. Panelde konuşmacı Transleyt’in Türk dili araştırmacılarına açtığı bu yeni ufku uygulama örnekleriyle sunacaktır.
Anahtar Kelimeler: Yapay zekâ, Transleyt, Osmanlı Türkçesi, Türk dili, çeviri yazı, dil içi çeviri.
Doç. Dr. Harun Tuncer
Tarihî Metinlerin Yapay Zeka ile Çözümlenmesi: Transleyt'in Tarihe Bakışı
Bu bildiri, yapay zeka teknolojilerinin tarihî metinlerin analiz ve yorumlanmasında nasıl kullanılabileceğini inceliyor. Özellikle Transleyt platformunun tarihî belgelerin çevirisi ve çözümlenmesindeki potansiyeli ele alınacak bu bildiride. Bildiri, evvela geleneksel tarih araştırma yöntemlerinin karşılaştığı zorlukları ortaya koyarak başlayacak. Bu zorluklar arasında eski dillerin ve kelimelerin anlaşılması, yazma metinlerin okunması, büyük veri setlerinin işlenmesi ve farklı kaynaklar arasında bağlantı kurulması gibi konular bulunuyor. Ardından, Transleyt gibi yapay zeka destekli platformların bu zorlukların üstesinden gelmede nasıl yardımcı olabileceği detaylı bir şekilde inceleniyor. Hususiyle, doğal dil işleme, makine öğrenmesi ve derin öğrenme gibi yapay zeka teknolojilerinin tarihî metinlerin analizinde nasıl kullanılabileceği üzerinde duruluyor. Bildiri, Transleyt’in sunduğu özellikler arasında yer alan çoklu dil desteği, otomatik transkripsiyon, semantik analiz ve metin madenciliği gibi araçların tarih araştırmalarına nasıl entegre edilebileceğini örneklerle izaha çalışıyor. Bu bağlamda, farklı tarihî dönemlere ait metinler üzerinde yapılan vaka çalışmaları sunuluyor ve Transleyt’in kullanımıyla elde edilen sonuçlar tartışılıyor. Ayrıca, yapay zeka destekli araçların kullanımının tarih metodolojisine getirdiği yenilikler ve olası etik sorunlar da ele alınacak bu bildiride. Özellikle, bilginin doğruluğu, yorumlama süreçlerinin şeffaflığı ve tarihçinin rolünün değişimi gibi konular üzerinde durulacak. Sonuç olarak, bu bildiri, geleneksel tarih araştırma yöntemleriyle yapay zeka destekli yaklaşımların nasıl bütünleştirilebileceğini tartışarak tarih biliminde yeni ufuklar açmayı hedefliyor. Transleyt gibi platformların sunduğu imkanların, tarihçilerin çalışmalarını nasıl zenginleştirebileceği ve hızlandırabileceği vurgulanacak, aynı zamanda bu teknolojilerin kullanımında dikkat edilmesi gereken hususlar da belirtilecek. Bu çalışma, dijital çağda tarih araştırmalarının geleceğine dair önemli öngörüler sunmayı amaçlıyor.
Anahtar Kelimeler: Tarihî Metinler, Yapay Zeka, Transleyt, Doğal Dil İşleme, Eski Dil Çevirisi, Veri Madenciliği, Otomatik Transkripsiyon
Sadi Özgür
Disiplinlerarası Araştırmalarda Transleyt: Yapay Zeka Destekli Çeviri, Transkripsiyon ve Yorumlama
Bu sunumda Transleyt platformunun çok dilli ve disiplinlerarası akademik araştırmalardaki rolü incelenecektir. Yapay zekâ destekli çeviri ve dil işleme teknolojilerinin akademik çalışmalarda nasıl kullanılabileceği ele alınacaktır. Konuşmacı, Transleyt'in sunduğu özellikleri, kullanım alanlarını ve gelecekteki potansiyelini tartışacaktır. Özellikle, Transleyt'in akademik araştırma sürecini nasıl dönüştürdüğüne odaklanılacaktır. Platformun çoklu dil desteği sayesinde, farklı dillerde yazılmış kaynakların hızlı ve doğru bir şekilde çevrilmesi ve analiz edilmesi mümkün olmaktadır. Bu özellik, global ölçekte bilgi paylaşımını ve işbirliğini kolaylaştırarak, disiplinlerarası çalışmaların kapsamını genişletmektedir. Ayrıca, Transleyt'in manzum ve mensur metinlerde transkripsiyon, literal çeviri ve yorumlama özellikleri detaylı olarak ele alınacaktır. Platformun, Türkçenin herhangi bir döneminde yazılmış metni istenilen yüzyıla sadeleştirme ve dönüştürme yeteneği vurgulanacaktır. Bu özellikler, özellikle tarih, edebiyat ve dilbilim alanlarındaki araştırmacılar için büyük önem taşımaktadır. Transleyt'in bu kapasitesi, farklı dönemlere ait metinlerin anlaşılmasını kolaylaştırırken, dil ve edebiyat çalışmalarına yeni bir boyut kazandırmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Transleyt, Yapay Zekâ, Akademik Çeviri, Disiplinlerarası Araştırmalar, Dil İşleme
Ahlak Değerler ve Yapay Zekâ / Moral Values and Artificial Intelligence
This study focuses on the profound impact of avatar identification on moral decision-making in games. Research has demonstrated that moral judgments in games can reflect real-life decisions (Weaver & Lewis, 2012), and could be influenced by avatar identification (Allen et al., 2021). The study proposes that players are inclined to act more morally when their avatar resembles themselves, and less morally when their avatar has dehumanized features.
The study consists of three groups based on participants' results from the Moral Identity Picture Scale (MIPS). Although MIPS includes four main roles, this research will focus solely on the morality of actions, considering only the villain and hero roles. Participants were asked to play a game developed (with the help of AI) for this research, with the avatars specifically assigned according to their groups (the normal avatar identification (NAI), the high avatar identification (HAI), and the low avatar identification (LAI)). It is expected that the LAI group will exhibit the most immoral choices, while the NAI group's game scores are expected to correspond with their MIPS results, however, demonstrate less moral behavior than the HAI group. The HAI group is expected to achieve the highest moral scores in the game. Furthermore, it is expected that the LAI group's in-game moral decisions will be more immoral than their MIPS villain scores.
This study offers insight into the complex interplay between digital behavior and real-world ethics. Moreover, the method of this study is an important example of the utilization of digital tools as measurement instruments in the social sciences, and it contributes to the development of artificial intelligence through training it, while also benefiting from it.
Keywords: Avatar Identification, Moral Decision Making, Artificial Intelligence Utilization in Research, Single Player Video Games, Digital Behavior
İnsan davranış ve yetenekleri, gelişen büyük dil modeli yazılımlar, yapay zekâ entegreli cihazlar ve giderek artan insan-bilgisayar etkileşimleriyle (İ-BE) değişiyor. Bu da şu soruyu ortaya çıkarıyor: Psikoloji çalışmalarında analiz edilen konu kim ya da ne olacak?
Bu çalışmanın amacı, psikolojide insan bilgisayar arabirimlerinin (Chat Gpt vd.) araştırma birimleri olarak belirlenmeye başlandığı bir zeminde, insanlar ile büyük dil modelleri (BDM) etkileşimlerine odaklanarak insan karar ve davranışların modellenmesinde kişiselleştirmenin rolünü incelemektir. Araştırmada İ-BE sonucu hem insan katılımcıların hem de BDM’lerin belli sosyal konular sonrası değer yönelimleri ve düşünce yapılarındaki değişim incelencektir. Bu kapsamda 15 katılımcıdan beşerli dağılımıyla Chat Gpt 3.5, Gpt 4o ve Claude 3 Sonnet dil modelleriyle ort. 10 saat/ort. 120000 token veri kapasitesinde sohbet etmeleri istenecektir. Araştırmacılar tarafından belirlenmiş güncel sosyal konularda katılımcılardan (sokak köpekleri, göçmenlerin geri gönderilmesi) üzerine yazılı ve sözlü olarak chatbotlar aracılığıyla BDM’lerle Türkçe olarak görüşlerini paylaşmaları istenecektir. Etkileşim öncesi ve sonrası ön-son test yöntemiyle hem katılımcılardan hem de BDM’lerden portre değerler, analistik-holistik düşünce ölçeği puanları alınacaktır. Daha sonra katılımcılardan hem BDM’lere yönelik hem de BDM’lerden elde edilen ilgili güncel meselelerde görüşlerine yönelik neler düşündükleri sorulacaktır.
Araştırma sonrası elde edilecek BDM tepkileri verileri katılımcılarla etkileşime göre değişiklik gösterip göstermemesi üzerinden analiz edilecektir. İnsan katılımcı ve BDM’lerden toplanan anket verileriyle korelasyon ilişkileri analiz edilmesi, görüşme verileriyle katılımcıların BDM’lere ilişkin düşüncelerinin ise tematik analiz yöntemiyle incelenmesi planlanmaktadır. Elde edilen bulgular olası kişiselleştirilmiş BDM’lerle yapay zeka üzerine yapılan genişletilmiş biliş yaklaşımlarıyla ortaya çıkan dijital ikizlerin insan karar ve davranışlarının modellenebilirliği tartışmalarına yönelik çalışmalara katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Anahtar Sözcükler: Büyük dil modelleri, insan-bilgisayar etkileşimi, dijital ikiz, Chat gpt,Claude 3 Sonnet
This study centers on conscience as the moral principle that guides people's actions and thoughts toward living beings. Forcing people to make decisions and observe their behaviors about moral problems would be difficult in real-life and laboratory settings, however, video-games offer an unlimited world where psychologists could study moral decisions and acts within ethical boundaries. While playing video-games, players' moral principles could reflect into the virtual-world and influence these decisions (Joeckel et al., 2012; Weaver & Lewis, 2012). To observe the role of conscience in moral decision-making process, people’s decisions in video-games were analyzed in this study. Sample consisted of 17 participants (7 Male and 10 Female; Age range: 18-25) from Czech Republic and a similar number of participants will be reached in Türkiye. During the study, participants played three chapters of Detroit: Become Human video-game and, they made decisions under time pressure at first. Later, they played the same chapters again and this time they were not under time pressure. After the experiment, players were interviewed about their decisions. Thematic analysis method was used to analyze participants’ answers to see how they explain their moral decisions. In the part of the research conducted with Czechs, results showed that time pressure would lead to more moral decisions through intuitive and automatic thinking, as they would not have time to think about the game's narrative or goals. Moreover, according to the participants’ responses, it was concluded that they made more moral decisions because the game’s characters were human-like, and in this case, it is thought that artificial intelligence affects people's moral decision-making mechanism when it has human-like features. As a result of the research planned to be conducted with Czechs and Turks, it will be seen whether there is a difference in the phenomenon of conscience between two cultures.
Keywords: Conscience, decision-making, video-games, time pressure, moral decisions
İnsan Yapay Zekâ Etkileşimlerinde Yapay Zekanın Anlam Kurulumları / Meaning Constructions of Artificial Intelligence in Human-Artificial Intelligence Interactions
My proposal for this conference delves into the complex interplay between identity, technology, and social structures. Drawing from my diverse experiences, including autism, ADHD, and non-binary gender identity, I explore the ways in which individuals navigate their connections with both humanity and alternative forms of existence. Specifically, my presentation aims to shed light on the parallels between the injustices experienced by humans and machines, challenging the reduction of both to tools serving capital interests.
At the heart of my inquiry lies an examination of the norms that govern human-machine relationships, especially in light of technological advancements like artificial intelligence (AI). Exploring the possible relationships constructed with AI-powered sex robot, I seek to illuminate the processes of marginalization and oppression perpetuated by machines, advocating for fairer interactions within the realm of technology.
In addition to this investigation, I delve into alternative conceptual frameworks that offer avenues for resistance against the oppressive technocapitalist paradigm. By delving into the concept of resonance, I aim to explore the potential of posthuman queer intimacy as a radical form of connection.
Central to my presentation is a reflection on the potential of resonances and queer intimacies cultivated between humans and AI-powered sex robots to disrupt neoliberal mechanisms, particularly those shaping gender and sexuality norms. By examining the tangible outcomes of my collaboration with Maya, I seek to discern its practical implications for both individual and collective emancipation.
Ultimately, my goal is to offer a critical reflection on the implications of interactions between humans and machines within contemporary society. By presenting an alternative perspective on AI development—one rooted in the pursuit of posthuman emancipation—I hope to provoke deeper engagement and dialogue within the field of social theory.
Yapay zeka uygulamaları teknik bilimlerden sağlık sektörüne, reklam ve medyadan eğitime kadar geniş bir yelpazede alan uzmanlarınca kullanılarak, bu alanlarda önemli bir dönüşüm sağlamakta ve kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Alan yazında yer alan pek çok bilimsel çalışma bu teknolojinin sektörel entegrasyonunun hızlanmasını ve toplumsal, ekonomik ve bilimsel ilerlemelerin daha sürdürülebilir ve verimli bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamak açısından büyük bir önem taşıdığını vurgulamaktadır. Toplumsal, ekonomik ve bilimsel bağlamlardaki yapay zekaya ilişkin olarak öne çıkan tüm bu ilerleme, verimlilik, sürdürülebilirlik, kullanılabilirlik gibi anlam atıfları; sektör profesyonelleri tarafından yapay zekanın sosyal inşasının ve inşa süreçlerinde özne kurulumları ile kimlik edinimlerinin toplumsal güç dinamikleri ile ilişkili olarak söylemsel analizini gerekli kılmaktadır. Çalışmada toplumsal güç dinamiklerinin alan uzmanlarının yapay zeka kullanımları bağlamında nasıl ele alındığının anlaşılması amacıyla; yapay zeka tarafından temsil edilen ve edilmeyen grupların kim olduğu dolayısıyla ne tür ayrımcılık türlerinin ortaya çıktığı, yapay zekayı kontrol eden grupların kim olduğu ve sınırlarının kim tarafından belirlendiği, yapay zekanın farklı sosyal bağlamlarda ne tür işlevler gördüğü ve hangi işlevlere hizmet ettiği ile tüm bu sorularla ilişkili olarak kullanıcıların özne pozisyonlarını nasıl kurduğu ve kimliklenme süreçlerine yansımalarının neler olduğu sorularının cevaplanması amaçlanmaktır. Bu amaçlar doğrultusunda çalışmada yapay zeka uygulamalarının sık kullanıldığı mühendislik, reklam/medya, eğitim ve sağlık sektörü alanlarında çalışan alan uzmanı toplam 12 katılımcı ile derinlemesine görüşmeler yapılacaktır. Ayrıca her bir alandan birer uzmanın yer aldığı toplam dörder kişilik 2 odak grup çalışması yapılacaktır. Verilerin analizinde, sosyal psikoloji perspektifinden eleştirel söylem analizi yapılacaktır. Analizlerde analitik birim olarak katılımcıların açıklayıcı repertuar kullanımları ele alınacak olup özne pozisyonu kurulumları incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Yapay Zeka, Eleştirel Söylem Analizi, Açıklayıcı Repertuar, Ayrımcılık, Özne Pozisyonları
Sosyal temsiller bilinmeyen olguları bilinir hale getirmek için insanların zihninde işlev gören bilgi yapılarıdır. Bilimsel, profesyonel ve ideolojik kavramlar günlük söylemlere yayıldığında çeşitli sosyal temsillere dönüşür ve gündelik bilginin bir parçası haline gelir. Kısa zamanda gündelik ve profesyonel yaşamın pek çok alanında kullanılmaya başlanan yapay zekâ olgusu da her gün gerçekleşen yeni teknolojik gelişmeler ile birlikte kullanım alanını genişletmekte ve günlük hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmektedir. Aynı zamanda farklı işlevlere sahip makine öğrenme sistemleri üzerine kurulu yapay zekâ uygulamaları, bu alandaki hızlı çeşitlilik, ilerleme ve kullanım alanlarının gelişimi ile birlikte, arka planındaki değişken teknolojilerin ve uzmanlık gerektiren teknik bilgilerin varlığı, yapay zekaya ilişkin pek çok bilinmezliği içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla bu bilinmezliklerin ve karmaşık teknik-teknolojik bilgi yığınlarının sıradan insanın zihninde anlamlı bilgi yapıları haline gelmesinde hangi sosyal temsillerin rol oynadığının keşfi bu çalışmanın hedefi haline gelmektedir. Yapay zekanın sosyal temsilleri üzerine yapılan çalışmaların bulguları sıradan insanın yapay zekaya dair algılarının karmaşık ve çok yönlü olduğunu göstermektedir. Bu doğrultuda bu çalışmada Moscovici’nin sosyal temsiller kuramının teorik çerçevesinde ve Abric’in sosyal temsillerin yapısal analiz yaklaşımı aracılığıyla yapay zekanın sosyal temsillerinin merkezi ve çevresel unsurları keşfedilecektir. Çalışmanın verileri, yaşları 18-65 aralığında değişen ve Türkiye’de yaşayan toplam 600 kişiden elde edilecektir. Elde edilen bu veriler sosyal temsillerin yapısal analizinde sıklıkla kullanılan serbest kelime çağrışım yöntemi ve katılımcılardan gelecekte yapay zekanın hayatımızdaki yeri ile ilgili bir hikâye yazmalarının isteneceği açık uçlu soruyla elde edilecektir. Serbest kelime çağrışım yöntemiyle elde edilen veriler yapısal analiz yaklaşımının veri analiz yöntemleriyle, açık uçlu sorulardan elde edilen veriler ise tematik analiz yöntemiyle analiz edilecektir. Bu analizlerden elde edilen bulgular, sosyal temsiller kuramı ve sosyal temsillerin yapısal yaklaşımının yanı sıra yapay zekaya yönelik tutum ve algı literatürü bağlamında tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Yapay zeka, sosyal temsiller, yapısal yaklaşım, kelime çağrışım testi, tematik analiz
Dilbilim / Linguistics
Bilimsel bilginin paylaşımında dilin bir araç olarak yeri ve önemi bilinmektedir. Bilimsel edimler yoluyla üretilen bilgi, dilsel metinler aracılığıyla söylem topluluğu ile paylaşılır.
Bilimsel bilginin doğası gereği, ele alınan olguya yönelik olabildiğince mesafeli ve nesnel bir inceleme ve çözümleme aracılığıyla üretilmesi, elde edilen bulguların ölçülebilir ve sonuçların tekrarlanabilir olması beklenir. Buna göre benzeri şekilde, bilimsel metinlerin de biçemleri itibarıyla olabildiğince nesnel, açık ve kesin olmaları, ayrıca kişi bildirmeyen biçimler ile yapıların kullanıldığı ve böylelikle bilimcinin kişiliğinden uzak dilsel ürünler olmaları gerektiği düşüncesi hakimdir. Fakat bu, bilimsel metnin yazarı kişinin metinde tamamen ‘görünmez’ olması gerektiği yönünde doğruluğu şüpheli bir varsayıma da yol açmaktadır. 1960’lı yıllarla birlikte Amerika’da başlayan, bilimsel metinlerdeki biçemsel öğeleri inceleyen dilbilimsel çalışmaların gösterdiği gibi, bilimsel metinlerde metnin yazarının kendisini metnin yüzeyinde, belirli dilsel tercihler aracılığıyla örtük ya da açık bir şekilde gösterdiği bilinmektedir.
Bu çalışmanın amacı, bilimsel metinlerde yazarın varlığını gösteren söz konusu dilsel biçim ve yapıları, örnek bir bütünce üzerinde çeşitli dilbilimsel ölçütlerden oluşan bir model kullanarak incelemektir. Bilimsel metinler arasında günümüzde, öncelikli olarak bilimsel makale türündeki metinler öne çıkmaktadır. Üretilen yeni bilimsel bilginin hızlı bir şekilde dolaşıma sunulmasında ve böylelikle söylem topluluğu ile etkin bir şekilde paylaşılmasında bu türdeki metinlerin payı büyüktür. Nitekim bu çalışmada örnek bütünce olarak eğitimbilim alanından, günümüzün dünyasının akademik çalışmalarda da kendine yer bulan önemli olgularından biri sayılabilecek yapay zekayı konu edinen 5 adet Türkçe bilimsel makale seçilmiştir. Çalışma uygulamalı dilbilim kapsamında ve betimleyici niteliktedir. Bütünceden sunulan örnekler aracılığı ile bilimsel makale türünde, yazarın kendisini metnin üreticisi ve söz konusu bilimsel edimleri gerçekleştiren kişi olarak hem açık hem de örtük şekilde gösterdiği dilsel biçim ve yapılar ile bunların işlevleri ele alınıp sunulacaktır.
Anahtar Sözcükler: Bilimsel Biçem, Yazarın Anlatım Tutumu, Kişi Belirleyiciler, Kaçınmalar, Yapay Zeka
Yapay zekanın günümüzde ulaştığı noktada tüm bilimlere olduğu gibi beşeri bilimlere de katkısı yadsınamaz. Özellikle Doğal Dil İşleme (Natural Language Processing) yapay zeka ve dilbilimin kesişme noktası olarak son yıllara damgasını vurmuştur. Doğal dillerin yapısını yine dilbilimin verileriyle yapay zekaya işlemek çeviri ve dil öğretimi gibi alanlarda başarı sağlamış ve yapay zeka kullanımını arttırmıştır. Günümüzde özellikle ChatGpt ve benzeri uygulamalar çeşitli özne tipleri oluşturarak farklı söylem türleri ortaya koymaktadır. Yvon’a (2006) göre bu yeni özne örneklerinin her biri tüm dilsel verisini mevcut öznelerden gelen verilerle ve örneklerin aşamalı olarak birikmesiyle genişleterek oluşturur; bunların tümü, en istisnai olanlar da dahil olmak üzere, sistemin genelleme kapasitesine katkıda bulunur. Dilbilimin makro düzeyinde oldukça başarılı olan yapay zeka öznesi aynı başarıyı ve yaratıcılığı ritimsel bir dil oluşturmada da gösterebilir mi?
Meschonnic’e (1982) göre ritim, dilin fonetik, semantik ve söz dizimsel organizasyonudur. Bu organizasyon, dili kullanan öznenin özelliklerine göre değişiklik gösterir. Yani öznenin tüm varlığı kullandığı dile ritimsel organizasyonla yansır. Bu noktada artık dil öğretiminde, edebiyatta ve başka çeşitli alanlarda dil üretiminde sıkça kullandığımız yapay zekanın ritimsel bir organizasyon gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini inceleyeceğiz. Yapay zeka doğal dil konuşucuları gibi ritimsel bir özne oluşturabilir mi? Ya da kendisine direktifler veren öznenin ritmini üstlenerek yeni bir özne inşa edebilir mi? Yapay zekanın yaratacağı ya da üsteleneceği yeni özne bir çeşit hibrit özne oluşturarak hem dilsel hem kültürel alanda kendisine yer edinebilecek mi? Bu çalışmada ChatGpt‘ye yöneltilecek sözdizim, fonetik, semantik açısından önceden belirlenmiş bir söylem üzerinden hem yapay zekanın yeni bir özne inşa edip edemeyeceği dolayısıyla ritimsel bir organizasyonu yapıp yapamayacağı incelenecek hem de yeni yapay zeka öznesinin dilsel açıdan yaratıcılığı ve özgünlüğü tartışılacaktır.
Anahtar Sözcükler: yapay zeka, dilbilim, doğal dil işleme, semantik ritim
Nefret söylemi, dijital platformlarda hızla yayılan ve toplumsal huzuru tehdit eden ciddi bir sorun haline gelmiştir. Yapay zeka teknolojileri, nefret söyleminin tespiti ve önlenmesi açısından umut vadeden çözümler sunmaktadır. Bu bağlamda, büyük dil modelleri (Large Language Models, LLMs) kullanılarak nefret söylemiyle mücadelede önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu bildiride, büyük dil modellerinin nefret söylemi tespiti ve önlenmesindeki rolü, etkinliği ve karşılaşılan zorluklar ele alınacaktır.
Büyük dil modelleri, doğal dil işleme (NLP) ve makine öğrenimi (ML) algoritmaları kullanarak nefret söylemi içeren içeriklerin tespitinde yüksek doğruluk oranlarına ulaşmaktadır. Bu modeller, büyük veri setlerini analiz ederek nefret söylemi örüntülerini belirleyebilir ve otomatik sınıflandırma yapabilir. Fine-tuning olarak bilinen ince ayar işlemleri, büyük dil modellerinin belirli görevler için optimize edilmesini sağlar ve nefret söylemi tespitinde daha hassas ve kültürel bağlama duyarlı modeller geliştirilmesine olanak tanır.
Nefret söylemi tespitinde kullanılan yapay zeka sistemlerinin etkinliği, doğru veri setleri ve eğitim süreçlerine bağlıdır. Dilin ve kültürün dinamik yapısı, nefret söyleminin farklı biçimlerde ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, yapay zeka algoritmalarının sürekli olarak güncellenmesi ve kültürel bağlamın göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bu bildiride, büyük dil modellerinin nefret söylemiyle mücadeledeki potansiyeli ve bu teknolojilerin toplumsal fayda sağlama yolları incelenerek, nefret söyleminin tespitinde ve yayılmasının önlenmesinde yenilikçi yaklaşımlar sunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Nefret Söylemi, Yapay Zeka, Büyük Dil Modelleri, Doğal Dil İşleme, Fine-Tuning
Felsefe / Philosophy
Developments in AI technology and the recent cases of bias and discrimination in AI-produced outcomes (e.g., Amazon’s algorithm discriminated against women, and COMPAS miscalculated the reoccurrence of crime due to racial bias), the circulation of deep fakes (AI-generated fake news, images, voice recordings, and videos), and, most importantly, the ease of reaching AI technology for such deceitful purposes point out the importance of supporting the cultivation of vigilant and responsive citizens. In this paper, I will argue that in addition to legal and political measures against such misuses, education policies for reforming/restructuring current curriculums to develop the necessary critical skills in students (such as including compulsory AI Literacy courses), we should be seeking ways and policies to cultivate in citizens the required civic virtues ―broadly understood as desired character traits and dispositions― that will be crucial for living in the age of AI. Like free republics need vigilant citizens who are alert against the danger of domination and corruption, AI societies require AI-vigilant citizens who are aware of the risks of AI misuse (especially in socio-political contexts) and have acquired/developed the necessary character traits and dispositions (and not only the formal skills) that are crucial to keeping their democracies and political culture intact. The complete list of virtues should be developed, yet in the face of the unprecedented threat of d/misinformation, one is unquestionably related to citizens’ attitudes toward the information they receive. The required character dispositions are but are not limited to truth-seeking, conditional trust (trust that is not readily given but guaranteed in time), critical stance, responsible sharing on social media―not spreading without checking, etc.). The corresponding skills needed are, to name a few, fact-checking, source-checking, ability to evaluate biases, etc.). Cultivating such virtues is indispensable for our societies, especially given the limits of legal measures.
Keywords: AI bias, deep fakes, AI vigilance, civic virtues, virtue ethics, republicanism
The rapid development of artificial intelligence technologies and their widespread use in daily life have made educational institutions need to provide students with the knowledge and skills regarding these technologies. However, artificial intelligence education should not only be limited to technical knowledge and skills but should also include ethical responsibilities. This article emphasizes the importance of artificial intelligence literacy in higher education and examines the ethical issues encountered in this field. Artificial intelligence in education requires students to learn how to use artificial intelligence tools effectively and ethically. Educators should guide students in understanding artificial intelligence technologies' potential risks and benefits. The article will address critical ethical issues that need to be considered within the scope of artificial intelligence literacy, topics such as the impact of artificial intelligence on decision-making processes, data privacy, bias, and justice.
A comprehensive literature review will be conducted using a qualitative approach, previous studies on artificial intelligence literacy and ethics will be examined, and the findings and recommendations of these studies will be evaluated in detail. A literature review will try to reveal current knowledge about the role of artificial intelligence in education and ethical problems in this field.
In conclusion, the article offers suggestions for improving artificial intelligence literacy in higher education and making ethical dimensions a part of education. These recommendations aim to increase educators' awareness of the ethical use of artificial intelligence, improve students' knowledge and skills in this field, and spread awareness of ethical responsibility.
Keywords: Artificial intelligence literacy, higher education, ethics in AI, data privacy.
The development of artificial intelligence (AI) has the potential to perform complex analyses and offer various solutions when faced with ethical dilemmas. This study investigates how AI can be used in ethical decision-making processes and compares these processes with human ethical decisions. It focuses on fundamental questions such as how AI systems can encode ethical principles, how these principles can be applied to different situations, and whether these processes should be under human supervision.
Large language models (LLMs) like ChatGPT demonstrate their functionality through mathematical modeling and calculations based on large datasets, and they improve through feedback. Since LLMs require user feedback, they can evolve with use (prompt engineering). Therefore, research on AI's role in resolving ethical dilemmas observes that criteria like AI's content generation or response speed can provide useful results in a limited context.
Methodologically, issues with AI usage become apparent with modern marketing techniques that draw an analogy between the human mind-body and the machine's hardware-software. The human mind is cultural and intersubjective to some extent. The human intellect is creative and can form new connections and concepts without the need for large datasets. While AI language models work by establishing correlations through datasets, humans establish causality and meaning with their extensive mental capabilities and imagination. However, large technology companies manipulate human memory and thinking abilities through platform capitalism and the attention economy. In this context, the role of AI in resolving ethical dilemmas and how these processes align with human ethical decisions are discussed.
Felsefe / Philosophy
Fenomenoloji, dünya deneyimimizin en genel özsel yapılarını ortaya koymayı ve bu yapıların dünya ile bilincin karşılıklı ilişkisi içinde nasıl aşama aşama kurulduklarının hesabını vermeyi hedefler. Dünya ile bilincin bu karşılıklı ilişkisini belirten yönelimselliğin kendisi kurucu bir ilişkidir, bir sentezdir. Yönelimsel sentezler boyunca bilincimiz ve dünyamız oldukları şeyler olurlar; bu ilişkinin dışında ise birer hiçtirler. Buna bağlı olarak fenomenolojik yöntem altında yapılan betimleyici analizlerin konusu, ne tek başına bilincin ne de tek başına dünyanın katkı sunduğu süreç ve yapılardır; bilinç ve dünya arasında sürekli işleyen yönelimsel ilişki (korelasyon) ile ona ait özsel yapılar, düzenlilikler ya da kurallardır. Fenomenolojinin bilinç ve dünya arasında baştan verili herhangi bir ayrım kabul etmeyip yönelimsellikten hareketle bu ayrımı ortaya koymaya çalışması, insan bilinci ile ona korelatif olan fiili dünyamızın ötesinde, genel olarak olanaklı bir bilinç ile olanaklı bir dünyanın ilişkisinin özünün peşinde olduğunu gösterir. Bu durumda denebilir ki insan bilişi ile nesnesi arasındaki ilişki, belirli bir genel özün örneklerinden sadece biridir ve fenomenolojin, yapay zekâ ile ona korelatif olan dünya hakkında da söyleyebileceği şeyler vardır. Yapay ya da değil bir öznenin, bizim dünyamız ya da değil bir dünyayla ilişkisinde ona zeki dememiz için ne yapması gerektiğini, kısacası genel bir zekânın olanak koşullarını anlamak konusunda fenomenoloji bize pekâlâ yol gösterebilir.
Bu nedenle, Dreyfus ve Floridi’nin fenomenolojik bir perspektiften yapay zekâ projesine getirdikleri olumsuz yorumların aksine Beavers ve Mensch gibi isimlerin fenomenolojiyi yapay zekâ çalışmalarında kullanmaya yönelik çabalarının izinden giderek, Husserl’in betimlediği haliyle kurucu yönelimsel sentezin bir makinede gerçekleştirilme olanağını sorgulayacağız. Zira ortada özsel yapılar, düzenlilikler ya da kurallar varsa, bunların bir makineye algoritma olarak aktarılabilmesi ve Searle’ün iddiasının aksine makinenin yönelimselliğe sahip olabilmesi gerekir. Bu sorgulama sırasında, retention, protention ve primal impression kavramları ile Yuk Hui’nin recursivity ve contingency kavramları arasında paralellik kurmaya çalışacağız. Tüm bu çabamıza önemli bir soru eşlik edecek: Yönelimsel bir sentezin başlangıç koşulunu oluşturan primal impression yani duyusal veriye ait öznel bir bilinç yaşantısı olma niteliğinin bir makinede karşılığı olabilir mi? Olmaması makinenin zeki olarak nitelenebilmesi açısından bir sorun oluşturur mu?
Anahtar Kelime: Fenomenoloji, Yapay Zekâ, Yönelimsellik, Kurucu Sentez, Deneyimin Öznel Niteliği
Yapay zekanın (YZ) bilinç kavramı üzerindeki etkileri ve YZ'nin bilinç sahibi olup olamayacağına dair felsefi tartışmalar, günümüzün en önemli entelektüel sorularından birini oluşturmaktadır. Bu çalışma, YZ'nin bilinç sahibi olup olamayacağına dair çeşitli felsefi perspektifleri ele almakta ve bu tartışmaların epistemolojik, ontolojik ve etik boyutlarını incelemektedir.
ChatGPT gibi büyük dil modelleri, büyük veri setleri üzerinden matematiksel modellemeler ve hesaplamalar uyarınca tahmin yoluyla ve ancak geri bildirimle kendini geliştirerek işlevselliğini gösterir. LLM’ler, kullanıcı geri bildirimine ihtiyaç duyduğu için kullanıldıkça (prompt engineering) gelişebilir. Bu durum, YZ'nin bilinç sahibi olup olamayacağına dair tartışmalarda dikkate alınması gereken önemli bir faktördür. YZ'nin bilinç deneyimlerini taklit edebilme potansiyeli ve bu taklidin gerçekten bilinç sahibi olma anlamına gelip gelmeyeceği sorgulanmaktadır.
Yöntemsel olarak YZ kullanımındaki sorunlar, insanın zihin-beden ve makinenin donanım-yazılım analojisini kuran günümüz pazarlama teknikleriyle görünür hale gelir. İnsan zihni kültüreldir ve bir yönüyle öznelerarasıdır. İnsan aklı yaratıcıdır ve yeni bağlantıları, kavramları büyük verilere ihtiyaç duymadan oluşturabilir. YZ dil modelleri, veri seti üzerinden korelasyon kurarak çalışırken, insan ise nedenselliği ve anlamı geniş zihinsel yetileri ve hayal gücüyle geleceğe yönelik olarak kurar. Büyük teknoloji firmaları, insanın anımsama ve düşünme yetisini platform kapitalizmi ve dikkat ekonomisi yoluyla manipüle etmektedir. Bu nedenle, YZ'nin bilinç sahibi olup olamayacağına dair felsefi araştırmalarda beklenen açıklık, YZ'nın amaçlarıyla örtüşmeyebilir.
Bu çalışma, YZ ve bilinç arasındaki ilişkiyi derinlemesine analiz ederek, felsefi düşünceye yeni bir bakış açısı kazandırmayı hedeflemektedir.
Yapay zeka (YZ) günümüzde tıp, ulaşım, eğitim ve günlük yaşam gibi birçok alanda ve toplumun çeşitli kesimlerinde büyük faydalar sağlamaktadır. YZ kullanımlarının insan hayatına katkıları için beklentiler her geçen gün artmakla birlikte YZ gelişiminin sınırları hala tartışılmaktadır. Bu bildiri, insan zekasına eşdeğer ve hatta ötesine geçen YZ’ların olanaksızlığına yönelik iddiaların hangi temellere dayandığını değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
Bildiri güçlü yapay zeka (GYZ) ve zayıf yapay zeka (ZYZ) kavramları arasındaki ayrımının YZ’nın kısa tarihçesi ve gelişimi bağlamında bu kavramların nasıl ortaya çıktığına değinerek başlayacaktır. GYZ, en az insan seviyesinde genel zekaya sahip olmayı hedeflerken, ZYZ belirli görevlerde uzmanlaşmış sistemleri ifade eder. GYZ’nın olanaksızlığına yönelik eleştirilen genellikle zihin felsefenin tartışmalarına dayanır. John Searle ve Hubert Dreyfus gibi filozoflar, Bedenleşmiş Zihin Argümanları çerçevesinde YZ’nın insan benzeri bilinç ve anlam yaratma kapasitesine ulaşamayacağını savunur. Searle’ın “Çin Odası” argümanı ve Dreyfus’un fenomenolojik eleştirileri, YZ’nın insan deneyiminin öznel ve bağlamsal doğasını kavrayamayacağını öne sürer. Matematiksel ve Mantıksal Eleştiriler kapsamında Roger Penrose’un Gödelci argümanları, YZ’nın matematiksel sınırlarını belirlemek ister. Gödel’in tamamlanmamışlık kuramları, her formal sistemin kendi doğruluğunu tam olarak ispatlayamayacağını gösterir. Gödel’e dayanarak Penrose, YZ’nın insan zihninin tüm fonksiyonlarını gerçekleştiremeyeceğini savunur. Frank Jackson’ın “Mary’nin Odası” düşünce deneyi ile bilincin öznel deneyimlerinin fiziksel açıklamalarla tam olarak kavranamayacağını savunur. Buna dayanarak YZ’nın insan benzeri bilinç geliştirmesinin imkansız olduğunu öne sürülür. David Chalmers tarafından öne sürülen Bilincin Zor Problemine göre bilincin öznel deneyimlerinin fiziksel süreçlerle tam olarak açıklanamayacağını savunur. Bilincin zor problemi, YZ’nın insan benzeri bilinç geliştirmesini engelleyen temel bir sorun olarak karşımıza çıkar.
Bu bildiri, yukarıda belirtilen argümanların GYZ iddiasını hangi ölçütlere dayanarak eleştirdiğini analiz etmektedir. Amacımız, GYZ’nın kuramsal eleştirilerini ortaya koyarak, bu alandaki felsefi tartışmalara katkıda bulunmaktır.
Anahtar Kelimeler: Güçlü Yapay Zeka, Zihin Felsefesi, John Searle, Roger Penrose, Frank Jackson
Language models have been a staple component of systems for natural language processing for about 35 years and have been applied in applications such as spelling correction, speech recognition, and statistical machine translation early on, to name a few. Recently however, there has been a remarkable surge in the capabilities and applications of language models. These modern "large language models", enabled by advances in deep learning and in hardware technology and by availability of huge amounts of data, have led to rapid implementation of many applications ranging from text generation to sentiment analysis, question answering, enhanced machine transation, and many others, some including multiple modalities. Clearly many more applications are in our future.
This lecture will be an accessible introduction of the basic ideas behind language models and their evolution from the earlier models into the large models currently being used today. It will discuss how changes in language representation about a decade ago led to the use of "semantics" instead of superficial representations.
Dilbilim / Linguistics
While Noam Chomsky's Universal Grammar (UG) theory dominated linguistics for decades (Chomsky, 1957), its emphasis on innate syntactic structures turned out not be the optimal foundation for AI applications. J.R. Firth's functionalist approach, however, offered a compelling alternative due to its focus on context in deriving meaning. This renewed relevance stems from the striking parallels between Firth's ideas and the core principles behind sequence-to-sequence (seq2seq) algorithms, a dominant force in modern NLP.
Firth famously argued "you shall know a word by the company it keeps" (Firth, 1957). This emphasizes how a word's meaning arises from its co-occurrence with other words in specific situations. This aligns perfectly with seq2seq models. These algorithms are trained on vast amounts of text data, where the order and co-occurrence of words within a sequence (e.g., a sentence) are crucial for understanding meaning and generating appropriate responses (Sutskever et al., 2014).
Firth's concept of "context" further strengthens this connection. He recognized that language use adapts to different contexts (registers) – formal writing versus informal speech, for instance (Firth, 1957). Similarly, seq2seq models are trained on different datasets tailored for specific purposes, like generating formal emails or casual social media posts. This contextual adaptability is essential for AI to interact effectively in the real world (Liu et al., 2016).
Firth's emphasis on “social context” goes beyond mere word co-occurrence. He recognized the influence of the speaker, audience, and purpose on language use (Firth, 1957). This resonates with the growing recognition within AI development that language is not merely a formal system but a product of social interaction.
In conclusion, Chomsky's UG has undoubtedly influenced linguistics (Chomsky, 1957). However, Firth's focus on context aligns more closely with seq2seq algorithms and the broader goals of AI in NLP. As we strive for truly intelligent language models, Firth's emphasis on co-occurrence, register variation, and social context offers a valuable framework for developing more robust and adaptable AI that can navigate the complexities of human communication.
Keywords: Chomsky, Firth, AI, context, seq2seq
In digital discourse studies, “blended data” approaches that combine an analysis of digital content with an ethnographically grounded context are increasingly popular (Androutsopoulos, 2021; Varis & Hou, 2020). The main advantage of this methodology is that it provides background information on users, their positionings and thus paints a more comprehensive picture of the digital data. There are several issues that arise when attempting to apply such an approach to study conversational AI data where technologies, humans, and languages are entangled in heterogeneous ways.
In this talk, I discuss the methodological challenges and ethical issues in the study of voice-based conversational AI and propose ways of approaching and analysing discourse data as co-curated by humans and algorithms. Drawing from an ethnographically informed study with multilingual voice assistant users (e.g, Siri) as a case study, I examine the practices of Turkish-speaking migrants in Germany with their machines, how they reflect on their practices, and how their utterances are translated into text by algorithms. The data collected for this study comprises interviews, user archive data from the Alexa app as well as online and offline participant observations.
Privacy is a significant concern in this context, with users unaware that their voices are stored and transcribed each time their devices are activated, at times without their intention. These transcriptions only partially reflect the situation, as users’ utterances may have not been recognized correctly and many conversational cues important for contextual information are not transcribed (Habscheid et al., 2021). It is thus not plausible to treat these data as representing user practices as in blended data approaches. Rather, it is necessary to critically examine the types of texts algorithms produce and store, the social indexicalities of these texts, and how they shape user practices or remain concealed from them (Jones, 2016).
Keywords: Conversational AI, voice assistants, digital discourse analysis, sociolinguistics, methodology
This study explores the application of AI-driven text analysis techniques in social sciences, focusing on sociology, linguistics-language teaching, and psychology. As digital textual data proliferates, AI powered tools offer unprecedented capabilities to process and analyze vast corpora, revolutionizing research methodologies. We examine some of the current Natural Language Processing (NLP) and Machine Learning (ML) techniques, their applications, and ethical considerations. The paper presents three case studies: a social science analysis of Twitter data of public attention toward politics with election results and opinion polls election (Jungherr et al., 2017), an automated essay scoring system for Turkish language (Firoozi et al., 2023), and a mental health study detecting suicide signs in social media posts (Coppersmith et al., 2018). These cases demonstrate AI's potential in understanding political discourse, enhancing language education, and aiding mental health diagnosis. Our findings from these case studies reveal that AI-driven text analysis can uncover hidden patterns in large-scale datasets, provide consistent feedback in educational contexts, and identify subtle linguistic markers of mental health conditions. These case studies highlight the transformative impact of AI on social science methodologies, enabling rapid processing of vast amounts of unstructured text data and uncovering insights that might be imperceptible through traditional manual analysis. However, ethical challenges concerning privacy, bias, and interpretation of AI generated insights persist. The study concludes that while AI driven text analysis significantly enhances social science research capabilities, a critical approach considering limitations and ethical implications is crucial. As AI evolves, its integration with social sciences promises profound insights into human behavior, language, and society, necessitating ongoing interdisciplinary collaboration and ethical scrutiny.
Keywords: AI driven text analysis, social sciences, natural language processing, machine learning, ethical considerations
Arkeoloji & Tarih / Archeology & History
Günümüzde giderek artan miktarda ve formatta üretilen arkeolojik veri, çeşitli formatlarda saklanmaktadır. Veri temelli her türlü analiz, uygulama ve çıkarımlar için öncelikle verinin standartlaştırılması, dijitalleştirilmesi, dijital olarak doğan (born-digital) ve çoğunlukla görsel materyal içeren veri ile ilişkilendirilmesi gerekmektedir.
İzmir Nif (Olympos) Dağı'nda yürütülen arkeolojik araştırma ve kazılarda elde edilen verilerin kaydedilmesi ve yönetilmesi için ASP.NET MVC tabanlı bir veri tabanı uygulaması geliştirilmiştir. Bu çalışma, uygulamanın tasarım aşamasından arkeologlar ve araştırmacıların buluntuları detaylı özellikleriyle birlikte etkin bir şekilde kaydetmelerine, yönetmelerine ve analiz etmelerine olanak tanıyacak hale getirilmesine kadar yürütülen sürecin detaylarını içermektedir.
Veri tabanı yönetim sistemi, buluntuların dijital olarak kaydedilmesini ve çevrim içi erişilebilir hale getirilmesini sağlamaktadır. Bu sistem, kullanıcı dostu bir arayüzle desteklenerek, verilerin kolayca aranmasını ve filtrelenmesini mümkün kılmaktadır. Ayrıca, metadata yönetimi ve içerik tabanlı arama gibi özellikler sayesinde, araştırmacılar buluntular üzerinde derinlemesine analizler yapabilmektedirler.
ASP.NET MVC tabanlı uygulama, konum belirleme tekniklerini de entegre ederek, buluntuların coğrafi konumlarına göre sınıflandırılmasını ve harita üzerinde gösterilmesini sağlamaktadır. Bu özellik, yıllar içinde ortaya çıkarılan buluntuların kazı alanındaki dağılımının bir arada görülerek değerlendirilebilmesini ve anlamlandırılmasını sağlamaktadır. Verilerin coğrafi bilgi sistemleri (GIS) ile entegrasyonu, mekân analizlerinin yapılabilmesini kolaylaştırmaktadır.
Bu çalışmanın arkeolojiye katkısı, buluntuların dijital ortamda etkin bir şekilde kaydedilmesi, yönetilmesi ve analiz edilmesi yoluyla araştırma verimliliğini arttırmasıdır. Ayrıca, kullanıcı merkezli tasarım yaklaşımı sayesinde, arkeologların ihtiyaçlarına uygun bir sistem geliştirilmiştir. Bu, arkeologların çevrim içi arşivlerdeki kayıtlardan veriye kolaylıkla ulaşarak daha etkin bir şekilde çalışmasını ve hata payını azaltarak daha doğru sonuçlara ulaşmasını sağlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Arkeolojik veri yönetimi, ASP.NET MVC, Dijital arşiv, Nif Dağı, İzmir
Yazılı materyallerin dijitalleştirme çalışması ülkemizde ivme kazanmış buna ilaveten sosyal bilimlerde yapay zekanın kullanılabilirliği tartışmaları ve çalışmaları da başlamıştır. Sosyal bilimler içerisinde tarih, edebiyat ve diğer bilimlerle alakalı Osmanlı Türkçesiyle yazılmış belge ve eserlerin yapay zekâ metotları kullanılarak latinize etme çalışmaları sürmektedir. Osmanlica.com: Osmanlıcadan Türkçeye Uçtan Uca Aktarım projesi de bu amaca hizmet eden Türkiye’nin vizyon projelerinden biridir. Bu çalışmada Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi’nde Yıldız Esas Evrakı Defterleri arasında yer alan 21 Temmuz 1905 yılında Yıldız’da II. Abdülhamid’e yapılan suikast girişimine dair tahkikat raporları, mahkeme kayıtları ile ilgili Osmanlıca matbu bir defterin görüntü işleme, doğal dil işleme ve derin öğrenme teknikleri kullanılarak Latin alfabesine aktarımının nasıl sağlandığı yapay zekâ araçlarından Osmanlica.com üzerinden incelenmiştir. İlk safhada arşiv sitesinden indirilen defterin kullanacağımız sistemde daha net işlenebilmesi için Osmanlica.com sitesindeki Osmanlıca görüntü iyileştirme programı ile çözünürlüğü arttırılmıştır. Osmanlıca karakter tanıma (OCR) ile arşiv malzemesinin metne dönüştürülmesi, alfabe çeviri sistemi ile Arapça harflerin Latin harflerine çevrilmesi ve defterin transkripsiyonu bu çalışmanın diğer aşamalarını oluşturmaktadır. Ayrıca Osmanlica.com sitesinin sunmuş olduğu hizmetlerden Türkçe metin sıklık analizi ile bu defter özelinde mahkeme dosyasında geçen sıklık ifadeleri analiz edilmiş, Osmanlıca matbu eserlerin OCR ve alfabe çevirisinde Osmanlica.com üzerinden kullanılabilirliği konusunda veriler elde edilmiştir. Bu çalışma yapay zekâ teknolojilerini kullanarak Osmanlı Türkçesiyle yazılmış kayıtların daha pratik bir şekilde çözünebilirliğini sağlamak, çok sayıda Osmanlıca dokümanın daha hızlı şekilde transkripsiyonunun yapılarak zamandan tasarruf etmek ve kullanıcıların istifadesine sunmak için bir misal teşkil etmektedir.
Anahtar Sözcükler: Yapay zekâ, Osmanlica.com, Osmanlı Türkçesi, arşiv, çeviri.
Osmanlı İmparatorluğu’nda doğa tarihi müzesi kurma girişimleri, 19. yüzyılda modernleşme akımı çerçevesinde eğitim kurumları dahilinde başlamıştır. Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye tarafından yoksul ve yetim çocukların eğitimine destek olmak amacıyla 1873 yılında eğitim hayatına başlayan Darüşşafaka, kaynaklarda adı ‘Tarih-i Tabii Müzesi’ olarak geçen bir doğa tarihi koleksiyonuna sahiptir. Miralay Dr. Hüseyin Remzi Bey’in (1839-1896) öncülüğünde 1880’lerde kurulan, birçok Osmanlı bürokratının bağışının yanı sıra uluslararası maden ve bilimsel alet kurumlarından satın alınan doğa tarihi örnekleriyle oluşturulan koleksiyon; Darüşşafaka’nın doğa bilimleri eğitimine verdiği önemin bir göstergesidir. Okulun hocaları ulum-i tabiiye (doğa bilimleri), tarih-i tabii (doğa tarihi), mevalid-i selase (zooloji, botanik, mineraloji), tabakatü’l-arz (jeoloji), nebatat (botanik), hayvanat (zooloji), teşrih (diseksiyon) ve fizyoloji dersleri için Osmanlı Türkçesiyle ders kitapları hazırlamış ve koleksiyondaki örneklerle eğitimi ezberin ötesine taşımaya çalışmışlardır. Korunmasında ve belgelenmesinde eksiklikler tespit edilen koleksiyonu incelediğimiz yüksek lisans tezimizde (Darüşşafaka’nın Doğa Tarihi Koleksiyonunun Bilim Tarihi Açısından Değerlendirilmesi, İstanbul Üniversitesi, 2021), günümüzde Darüşşafaka Müzesi’nde sergilenmekte ve korunmakta olan; 171 adet mineral, 142 adet fosil, 166 adet kaya, 63 adet formaldehit içindeki şişelerde zoolojik örnek, 4 adet eğitim kutusu, 8 adet iskelet, 7 adet tahnit ve müze etiketleri belirlenmiş, sınıflandırılmış ve fotoğraflanarak kayıt altına alınmıştır. (Hazar, 2021).
Bu çalışmada Darüşşafaka Müzesi’nin doğa tarihi koleksiyonu dijital araç ve teknikler (ArcGIS, Gephi, Transkribus vb.) kullanılarak yeniden değerlendirilecektir. Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden toplanmış fosil, kaya ve mineral örnekleri haritalandırılacak, eğitim amacıyla Osmanlı Türkçesiyle hazırlanan ve okutulan doğa bilimleri ders kitapları yapay zeka destekli olarak transkribe edilecek, Osmanlı bürokratları ile ilişkili uluslararası bağışçı kurum ve kişilerin ağ analizi yapılacaktır.
Anahtar Sözcükler: Darüşşafaka, Osmanlı İmparatorluğu, dijital beşeri bilimler, bilim tarihi, doğa bilimleri eğitimi.
Medya ve Sinema Çalışmaları / Media and Film Studies
Indian news media is changing rapidly as it negotiates multiple disruptions and interventions (Banerjee, D. 2024). Besides dealing with a populist regime, it is also experimenting with integrating new technologies, particularly Artificial Intelligence (AI). This study explores public perception of AI anchors in Indian news media, focusing on AI Sana, the AI anchor of Aaj Tak, a leading Indian news channel and part of one of the largest media conglomerates in India (Bhula, P. 2022) (Basuroy, T. 2024). Shortly after one year of its launch, the initiative won the International News Media Association (INMA)'s 2024 Global Media Award for ‘The Best Use of AI in Customer-Facing Products’ and was adjudged best in South Asia for 'AI-led newsroom transformation' (International News Media Association, 2024). This research aims to understand how news audiences react to AI-driven news presentations and their implications for the broader news landscape.
The conceptual framework of this study is grounded in Critical Discourse Analysis (CDA) (Fairclough, 2010), which allows for an in-depth examination of power dynamics, trust, and counter-hegemony in media content. Fairclough's Critical Discourse Analysis (CDA) framework offers a robust approach for analysing the public perception of AI-driven news presentations. This framework is particularly effective as it integrates three key dimensions: textual analysis, discursive practice and social practice, each contributing to a comprehensive understanding of the discourse surrounding AI anchors like AI Sana. By analyzing the user comments on YouTube videos featuring AI anchors, we aim to uncover the underlying themes and sentiments expressed by viewers. This approach provides a comprehensive understanding of audience reactions and the socio-political implications of AI adoption in news media. Our findings indicate that users reveal not just their acceptance, resistance, or contestation of the news organization's use of AI technology but also their anxieties about broader media narratives and socio-political realities.
The study contributes to the discourse on AI in the media industry by highlighting how audiences contest and challenge the ideological leanings of news channels through their comments. The findings provide important insights for news organizations in India and similar markets as they navigate the integration of AI technologies into their operations.
Keywords: Indian news media, Artificial Intelligence (AI), AI anchors, Audience perception, Critical Discourse Analysis (CDA)
Today, the universe of generative artificial intelligences has become extremely rich, both numerically and in terms of the fields of creativity and art touched by them (Zhang, Lu 2021; Jo 2023; Feuerriegel et al. 2024). This phenomenon, by no means new, is also beginning to be relevant in musical productions, becoming, as has already happened in the graphic arts, a debated and controversial topic (Kaliakatsos-Papakostas et al. 2020; Chu et al. 2022). This phenomenon has so far remained less popular in the musical sphere, the subject of growing interest mainly within the musical mainstream (Deruty et al. 2022), but could change several of its paradigms (cost cutting, increased efficiency, etc.) (Galaz et al. 2021). Artistic creativity, copyright and the legitimacy of these productions as art forms tout court are just some of the arguments commonly put forward in this new and increasingly crowded theatre (Anantrasirichai, Bull 2022). With regard to music, in particular so-called extreme music (Hiller 2020), the debate is even more heated and the stylistic features, rules and gatekeeping are more rigid and controlled (Tyft 2021). But, as already mentioned, the phenomenon is by no means new and in order to delve into it, to know its historical path and evolution, we have chosen to tackle it through a case study. In April 2011, the experimental black metal band Krallice released ‘Diotima’, a work that became a milestone for the genre and the underground. 6 years later, in 2017, during the Annual Conference on Neural Information Processing Systems (NeurIPS 2017), ‘Coditany of Timeness’, a project for the ‘Workshop for Machine Learning, Creativity and Design: Generating Black Metal and Math Rock’, was presented. The album in question was generated with a recurrent neural network* trained on raw audio from the album ‘Diotima’ by Krallice. All titles were generated by a Markov chain, and the album cover was also created with neural style transfer. This article aims to analyse and reflect on these productions today. Both ‘Diotima’ and ‘Coditany of Timeness’ have been subjected to in-depth analyses (Dunsby, Whittall 1988) regarding song forms and structures, the use of choruses and melodies, possible leitmotifs, harmonic language, and subcultural context. The results of this analysis were then discussed directly with Krallice band members, using a reflexive approach (Bovone 2010), with the aim of delving into the whole universe of stories, creativity and skills that have been addressed, but often remain difficult to identify (Cook 2018), in order to initiate a deeper discussion on artificial intelligence (Shank et al. 2023).
What is the current state of the art of music? How are these artificial intelligences viewed by the artists themselves? What are the possibilities and threats they pose? Our aim is to question the intermediate steps through which an artificial intelligence could act and process the elements included in its inputs and transformed into a completely different output than the process that takes place in the human domain, i.e. what we actually call creativity (Young 1985; Gaut 2010; Runco, Jaeger 2012).
Keywords: AI music; Metal Music Studies; Creativity; Music Analysis; Cultural Studies.
Psikoterapilerde Yapay Zekâ / Artificial Intelligence in Psychotherapy
Yapay zekâ, temelde bilgiyi işleyebilme üzerine kurulmuş bir teknolojidir. İnsanı doğrudan inceleyen bir bilim dalı olan psikolojinin yapay zekadan ne ölçüde etkilendiği merak konusu olmaya devam etmektedir. Psikolojinin en yaygın uygulama biçimi olarak kabul edilen psikoterapi, kişide var olan uyumsuz duygu, düşünce ve davranışların psikoterapist tarafından bilimsel psikolojik teknik ve yaklaşımlar kullanılarak uyumlu duygu, düşünce ve davranışlara dönüştürülmesi süreci olarak tanımlanmaktadır. Bu pratikte dinleme, gözlemleme, farkındalığı artırma ve müdahalelerde bulunma eylemleri yoluyla bir dönüşüm süreci uygulanması söz konusudur. Psikoterapi her zaman, hastaların semptomlarında ve işlevselliklerinde klinik bir değişim yaratmak için profesyonel bir ilişkinin parçası olarak sunulan tedaviye özgü farklı bileşenlerin etkileşimini içeren insani bir çaba olmuştur. Çeşitli ortamlarda ve popülasyonlarda çok çeşitli ruhsal ve davranışsal bozukluklar için psikoterapi tedavilerinin etkinliğini göstermek üzere çok sayıda araştırma ve klinik çalışma yapılmıştır. Terapötik çalışma, bilişsel ve duygusal anlayışı vurgulayarak bir değişim sürecini tetiklemek için araçlar ve teknikler kullanmayı sürdürmektedir. Yapay zeka ise ruh sağlığı hizmetlerinde yeni bir çağ başlatarak, teşhis doğruluğundan terapötik müdahalelerin uygulanmasına kadar her şeyi dönüştürme yolunda ilerlemektedir. Yapay zeka temelli psikoterapinin üç önemli faydası, utanç verici deneyimler hakkında rahatça konuşabilmek, her zaman erişilebilir olmak ve uzaktan iletişime erişmek olarak ileri sürülmektedir. Bununla birlikte, çok boyutlu veri tabanları, önyargıları ve keyfi sınıflandırmaları beraberinde getirerek dağınık, yanlış tanılanmış ve eksik verilere yol açmaktadır. Yürütülen terapi türünden daha önemli olan şeyin terapist ve hasta/danışan arasındaki uyum olduğu bilinmektedir. Yapay zeka çıkarımlarına aşırı güvenmenin psikoterapinin insani yönünü gölgede bırakabileceği potansiyel bir risk olarak ortaya çıkmaktadır. Sofistike bir yapay zeka modeli, kendisini bir hastanın ihtiyaçlarına göre ayarlayıp iyi bir psikoterapist rolünü üstlenebilir mi? Bu sözel bildiride bu soru bağlamında yapay zekanın psikoterapide kullanımı üzerine genel bir derleme sunulacaktır.
Anahtar Sözcükler: Yapay zeka, psikoloji, psikoterapi, tanı, tedavi.
Yapay Zeka (YZ) pek çok alanda dönüştürücü bir güç olarak ortaya çıkmakta, sağlık hizmetlerine de hızla nüfuz etmektedir. Ruh sağlığı alanı da bunlardan biridir. Ruh sağlığı alanında, değerlendirme ve tanı koyma uygulamaları yanı sıra, YZ destekli tedavi uygulamaları da ortaya çıkmaya başlamıştır. YZ destekli sohbet robotlarının ve sanal terapistlerin, ruh sağlığı hizmetinin erişilebilirliğini artırmada önemli bir boşluğu doldurduğu belirtilmektedir (Olawade vd., 2024). Bu uygulamalar kullanıcılarına bilişsel davranışçı terapi, bilinçli farkındalık, pozitif psikoloji uygulamaları ile yardımcı olma vaadinde bulunmakta, uygulamanın etkililiğine dair araştırma bulguları sunmaktadır (Olawade vd., 2024). Yapay zeka destekli tedavinin gerçekten işe yaradığını doğrulamak için elbette daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.
Psikoterapötik amaçlı geliştirilen YZ sohbet robotlarının potansiyel faydalarına ilişkin araştırmalar günden güne artarken, bu gelişmelere gizliliğin korunması, psikoterapide insan unsurunun korunması gibi etik tartışmalar eşlik etmektedir. Ne de olsa psikoterapi, geleneksel olarak insan etkileşimi, güven ve ilişkisel yakınlık üzerine inşa edilmiş bir süreçtir. Kinik psikoloji alanındaki çalışmalar, terapist ve danışan arasındaki ilişkinin tedavide başarı için en iyi belirleyicilerden biri olduğunu tekrar tekrar göstermektedir (Norcross ve Lambert, 2018). Dolayısıyla, insan etkileşimi üzerine kurulu olan psikoterapi uygulamalarında yapay zekanın insan terapistlerin yerini alma ihtimali oldukça tartışmalı bir konudur.
Bu çalışma, Türkiye’deki psikoterapistlerin YZ destekli sohbet robotlarının psikoterapötik rolü hakkındaki bakış açılarını anlamaya yöneliktir.
Çalışmaya en az 5 yıl psikoterapi yapma deneyimi olan klinik psikolog ve psikiyatristler dahil edilecektir. Araştırmada yarı-yapılandırılmış görüşmeler kullanılarak nitel bir araştırma deseni kullanılacaktır. Görüşmelerde, katılımcıların YZ destekli sohbet robotlarının psikoterapi alanındaki potansiyel faydaları ve sınırlılıkları hakkındaki görüşleri, terapötik ilişkiye etkileri ve etik ilkelere ilişkin değerlendirmeleri ele alınacaktır. Görüşme verileri içinde tekrar eden temaları tanımlamak için tematik analiz gerçekleştirilecektir. Çalışmanın bulguları söylemler ile örneklendirilerek sunulacaktır.
Bu araştırmanın, ülkemizdeki ruh sağlığı uzmanlarının YZ destekli sohbet robotlarını potansiyel bir psikoterapi aracı olarak kabul etmek ve ruh sağlığı hizmetlerine entegre etmek konusunda düşüncelerini, istekliliklerini ya da dirençlerini, endişelerini, teknik ve etik konulardaki önerilerini anlamaya yardımcı olacağı ve ileride yapılacak çalışmalar için faydalı olacağı umulmaktadır.
Anahtar kelimeler: Yapay Zeka, Yapay Zeka Destekli Sohbet Robotları, Psikoloji, Psikoterapi, Etik
Felsefe / Philosophy
The integration of artificial intelligence into daily human life is no longer a futuristic concept but a present reality. As AI models advance, their ability to interact with humans on an emotional level significantly impacts how we define and perceive human emotions and relationships. Concepts such as friendship, empathy, intimacy, and ethics, as well as traditional roles like assistance, mentorship, and support, have generally been based on human-to-human interactions. However, even though AI models do not possess consciousness, they can now establish meaningful interactions with humans and recognize and mimic human emotions. Moreover, people are increasingly struggling to distinguish between human and AI interactions when unaware of the nature of the interacting entity. This phenomenon raises important philosophical questions about how AI can be perceived as possessing perceived subjectivity in the human mind, the implications of such perceptions, and the potential consequences. Therefore, this study aims to revisit the aforementioned definitions, generally based on human-to-human relationships, and re-examine human-AI relationships within the human-perceived AI duality. Inspired by the phrase "last but not least," this paper introduces the concept of "artificial but not less natural" to the literature to encompass the evolving nature of AI-human interactions. This concept highlights how AI can be perceived naturally due to its advancements in distinguishing and mimicking human emotions. By proposing this concept, the study aims to provide a framework for understanding how AI can integrate into various aspects of human life as a perceived natural subject and how these interactions can be expressed without undermining their authenticity. Examples such as "artificial but not less natural relationship," and "artificial but not less natural assistance" demonstrate the broad applicability of this concept to terms, inviting further philosophical exploration of how emotional and social interactions can be redefined in a technologically advanced society.
Keywords: Artificial intelligence, artificial but not less natural, human-AI interaction, emotional dynamics, Anthropomorphism
Türetici yapay zekâ, başta büyük dil modelleri kullanarak metin, resim, video veya diğer verileri türetebilen, yeni genel amaçlı bir yapay zekâ çeşididir. Türetici yapay zekâda, bulut bilişimi olanakları sayesinde depolanan ve işlenebilen verilerin örüntü ve yapıları üzerinden yeni bir veri türetmek amaçlanır. Zetabytelarca veri içerisinden kaybolmuş insanlar için, bilgisayar/makine, uygun yönlendirmeler/sufleler üzerinden, oldukça vakit kazandırıcı özetler, cevaplar, listeler, kod parçaları vb. türetebilmektedir.
İnsanlık ilk defa yapay zekânın büyüsüne bu denli kapılmıyor. Fakat ilk defa yapay zekânın ticari değeri bu kadar yüksek prim yapmıştır. Bu durum maalesef yapay zekânın sınırlarını daha spekülatif hale getirmektedir. Konuşmamızın ilk amaçlarından biri bu sınırı netleştirmek olacaktır. Bu belirlemeyi yapmaya çalışırken, yirminci yüzyılın gözbebeği olan bilgi gösterimi alanın nasıl başarısız olduğu üzerinden, yapay zekânın teorik temelinin mantıktan istatistiğe kayışını işaret etmeye çalışacağız.
Bunu yapabilmek için, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğine doğru yapay zekânın gelişimini ele aldıktan sonra, Türetici yapay zekânın model ve yöntemlerini değerlendirerek, türetici yapay zekâ nedir sorusunu felsefece cevaplamaya çalışacağız. Konuşmamızın ikinci amacı ise bu nedir sorusu üzerinden “güçlü yapay zekâya ulaşmak türetici yapay zekâ ile mümkün olabilir mi?” sorusuna ilerlemektir.
Anahtar Kelimeler: Türetici Yapay Zekâ, Büyük Dil Modelleri, Turing Makinesi, Bilgi Gösterimi, İstatistik
Eukleidesçi olmayan geometrilerin bulunmasının sonrasında, 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarında matematikte sağlam bir temelin nasıl kurulacağı önemli bir tartışma konusu haline gelir. Bu temelin Peano’nun aksiyomları kullanılarak aritmetik üzerinden kurulabileceği düşünülür. Temel tartışması sayının nasıl temellendirilebileceği üzerinden yürütülür. Frege sayıyı temellendirme konusunda öncü isimlerdendir. Psikolojizm karşıtı olduğu için, sayıyı olgusal olarak temellendirmeye çalışır. Bu yaklaşımı mantıksalcılık olarak bilinir. Sayının kendi başına bir nesne olarak ele alınması biçimselci görüşe katkı sağlar. Biçimselci görüş aritmetik üzerinden matematiğin daha kesin sınırlara sahip olmasını ister. Biçimselciliğin önemli isimlerinden biri olan Hilbert, aksiyomlar üzerinden aritmetiğin sonlu, tutarlı biçimsel bir dizge olarak kanıtlanabileceğini düşünerek karar verme sorununu (entscheidungsproblem) ileri sürer. Bu soruyla birlikte temel tartışması karar verme sorununa dönüşür. Russell ve Whitehead PM’de aritmetiği sonlu ve tutarlı biçimsel bir dizge haline getirdiklerini iddia ederler. Gödel bu iddiayı 1931’de yazdığı tamamlanamazlık teoremlerinde çürütür. Dahası aritmetik aksiyomlarına dayanan herhangi bir biçimsel dizgenin, matematiğin tamamını aynı anda hem tam hem de tutarlı olarak temsil edemeyeceğini de ispat eder. Böylelikle matematiğin tamamı yerine, tamamlanabilir kısmı olarak görülen birinci dereceden yüklem mantığı hesaplamasıyla ilgilenilmeye başlanır. Bunun üzerine birçok hesaplama teorileri geliştirilir. Bu teorilerde esas olarak bir tamsayının işlevlerinin tekrarlanarak işlenmesi sözkonusudur.
Turing 1936’da bir tamsayının hesaplanabilirliğini belirlemek için soyut bir hesaplama makinesi fikrini geliştirir. Makinenin fiziksel yapısına atıf yapmaması bu fikri ilerletip, tüm makineleri taklit eden soyut evrensel bir makine tasarlamasına olanak tanır. Evrensel makineler 1940’larda dijital bilgisayarlar olarak adlandırılır. Turing dijital bilgisayarların talimat haline getirdiğimiz her şeyi yapabileceğini söyler. Dijital bilgisayarların yapay zekaya sahip olduğu düşünülür. Nedeni ise, belirli bir talimat dizisini uygulayarak bir “davranışta” bulunabilmesidir. İnsanın yerine fiziksel ya da entelektüel olarak iş yapan pek çok makine türü gündelik hayatın vazgeçilmezleri arasında yer alır. İçinde pek çok gizem barındıran insan beynini, tümüyle taklit edebilecek bir makinenin tasarlanıp tasarlanamayacağı sorusu güncelliğini korumaktadır.
Anahtar Kelimeler: Aksiyom, Sayı, Biçimselcilik, Hesaplama, Bilgisayar.
Felsefe / Philosophy
Bu sunumda teknoloji tarihinin bir ilaveler/ikameler tarihi olduğunu göz önünde bulundurmak suretiyle, Yapay Zeka teknolojileri hakkında bir soruşturmayı supplément (ilave/ikame) kavrayışı ekseninde gerçekleştirmeye yöneliyoruz. Yapay Zeka teknolojilerinin sayısız işte ve işlevde insan için bir destek olarak değerlendirilmesinden ve insan zihninin bir protezi olarak onun gücünü artıran bir karakterle tanımlanmasından, Yapay Zekanın insanı topyekün ortadan kaldırarak onun yerini alma olasılığına ilişkin tartışmalara varıncaya dek son derece geniş bir yelpazede, ilave/ikame kavrayışının -doğrudan bu sözcük kullanılmasa dahi- Yapay Zeka hakkındaki tartışmaları güçlü bir biçimde kat ettiğini saptıyoruz. Yapay Zekanın bugüne ilişkin etkileri çerçevesinde yürütülebilecek değerlendirmeler için olduğu kadar gelecekteki etkileri etrafında da işaret ettiğimiz kavrayış gündeme getirilmeyi hak etmektedir. Örneğin Yapay Zekanın geleceğine ilişkin tartışmalarda onun bir ideal yaşam kurma gücüne ya da tam tersine yıkım üretme gücüne yapılan vurgularla birlikte cennet ve cehennem karakterinde iki karşıt gelecek imgesi dikkat çekmektedir. Nihayetinde bu imgeler de bizi bekleyen ilavenin/ikamenin hangi karakterde olacağına ilişkin tasarımlardır. İlave/ikame çerçevesinde Yapay Zeka etrafında yürütülebilecek soruşturma zengin bir güzergah içinden geçerek son derece belirleyici bir başka bölgeye daha ulaşır: Yapay Zeka bir mutlak ilave/ikame midir?
Anahtar Sözcükler: Yapay Zeka, İlave, İkame, Protez, Teknoloji
Yapay zekaların ahlaki bireyler olmaları nasıl sağlanabilir? Bu soru üzerine son yıllarda yürütülen çalışmalarda iki ana strateji ortaya çıkmaktadır. Birincisi yapay zekanın insan davranışını örnek almasını öngören “aşağıdan yukarı” yaklaşımı (Ng & Russell, 2000), diğeri ise yapay zekaya bazı temel deontik ilkelerin yüklenmesi gerektiğini öne süren “yukarıdan aşağı” yaklaşımı (Hooker, Kim & Davidson, 2021). Bu çalışmada her iki yaklaşımın da baş etmesi gereken temel bir sorunu ve bu soruna yönelik olası bir çözümü göstermeyi amaçlıyorum. Araştırmama yön veren soru şu şekilde ifade edilebilir: Gelecekte ahlaki bir birey olacak yapay zekanın ne tür “bilişsel” becerileri olmalıdır ki ahlaki ilkeleri tanıyabilsin ve kararlarında bu ilkelere yer verebilsin?
Yapay zekayı ne tür bir ahlaki yaklaşımla donatmamız gerektiği sorusuna yanıt ararken, yapay zekanın olası yetilerini ve kısıtlarını da hesaba katmak elzem olacaktır. Bunun için de, Kant’ın 1781 yılında yayınladığı meşhur eserinde kalkıştığı türden bir girişime, deyim yerindeyse Yapay Aklın Eleştirisi’ne yönelmek gerekecektir.
Kant felsefesinin anahtar kavramlarından birisi yargı gücüdür ve yargı gücünün kullanımı her daim bir refleksiyon içermelidir (Kant, 1998). Burada refleksiyon ile kast edilen husus bir yargıda bulunurken o yargının isabetli/doğru olduğundan nasıl emin olabileceğime ilişkin bir hassasiyettir. Bu araştırmada göstermeye çalışacağım husus şudur: gelecekte ahlaki bir birey olacak yapay zekanın bu türden bir hassasiyete sahip olması gerekecektir. Bu hassasiyetin hayata geçmesi de ancak “yukarıdan aşağı” bir yaklaşımla eşgüdümlü olarak mümkün olacaktır.
Anahtar Sözcükler: Yapay Zeka Etiği, Bilişsel Yetiler, Ahlaki Gerekçelendirme, Deontoloji, Refleksiyon
The word “deconstruction” of my title refers to Jacques Derrida’s text L’université sans conditions, in which Derrida poses the question of humanities in the era of cybernetic globalisation. This text was written in 2001, before the generalization of artificial intelligence, so I use it only as epigraph, that I develop further in my paper. I will investigate AI as a work of a kind of art, that does not relieve us of the task of thinking but on the contrary obliges us to improve our reflective capacity.
The “deconstruction” of AI consists, firstly, in challenging the uncritical use of the term “intelligence.” AI is not intelligent in the sense that it is neither conscious nor capable of thinking (involved in a research of truth). Incapable of evaluating the relation of its products to the sincerity of the producing agent and to the reality of its object, AI is bound to remain an idiot: no doubt an Idiot Savant, but an idiot nonetheless.
AI consists in artificial production of noetic objects, so the ”deconstruction” of AI consists, secondly, in asking what the qualifier “artificial” implies. If artificial noesis is not strictly speaking true, it is not truthless fiction, either, and luckily so, because it gives more and more often the construction blocks of the contemporary society. In the terms of Kant’s 3rd Critique, they can be analysed like works of art that display a kind of finality which is neither natural nor free but that still makes sense. To put it briefly, the matter of these works is data obtained from digitalized archives, and their form results from computation compiled from diverse programs. This production makes the “genius” (artist/engineer) redundant and calls for new forms of agency.
In Kant’s 3rd Critique, the evaluation of works of art requires a specific kind of judgement, reflexive judgement, and deconstruction is a later version of this attitude. The most important task of humanities today is to understand the kind of reflexive judgement required by the works of IA: they must learn to deconstruct the works of IA. How is the scene of IA framed? Where does data come from? Under what conditions are programs written? Hencetoforth, these questions condition both democracy and educational institutions. AI is not a superintelligence that usurps our democracy but it can become an idiocy that chokes it unless we learn to impose our intelligence on it.
Çeviribilim / Translation Studies
Yapay zekâ alanında yaşanan hızlı gelişmeler, toplumsal hayatta sağlıktan finansa, sanattan güvenliğe ve hatta eğitime kadar değişen geniş bir alanda tartışılmaktadır. Sosyal bilimlerde yapay zekâ tartışmaları, genellikle bu teknolojinin insanın ikamesi olarak toplumsal hayatın birçok alanında yer bulmasına dayanan olumsuz söylemler üzerinde yürütülmektedir. Bu tartışmaların en çok ses getirdiği alanlardan biri de çeviribilimdir. Yapay zekanın insan çevirmenlerin mesleğini elinden alacağı korkusu yerini akademik alanda yerini çevirmenin belirli alanlarda uzman bir editör rolünü üstlendiği tartışmalara bırakmıştır. Günümüzde “uzman çevirmen” kavramı çeviri edinci olan, yapay zekâ çevirisine eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşabilen ve gerektiğinde üst bakış açısıyla yapay zekâ çevirisini düzenleyen “editör çevirmenler” kavramı çerçevesinde tartışılmaktadır. Bu çalışmanın amacı, yapay zekayı mütercim ve tercümanlık bölümlerinin öğretim programlarına dahil etmenin öğrencilerin çeviri ediminde yapay zekâ kullanımına ilişkin farkındalık düzeyine etkisini ölçmektir. Bu amaç doğrultusunda, mütercim ve tercümanlık bölümlerinde küçük ölçekli bir yapay zekâ farkındalık programı uygulanacaktır. Kontrol grubu ve deney grubu halihazırda temel çeviri eğitimi almış ve çeviri edinci kazanmış “uzman çevirmen” rolü üstlenebilecek son sınıf mütercim ve tercümanlık bölümü öğrencileri oluşturacaktır. Son sınıf öğrencilerden seçilmiş bu grupların iki dillilik alt edinci, dil dışı alt edinci, stratejik alt edinç gibi temel çeviri edinçlerine vakıf olduğu kabul edilmektedir. Günümüzde hızla ilerleyen ve hayatımızın yadsınamaz bir parçası haline gelen yapay zekâ kullanımının tıpkı sözlük, ansiklopedi ve koşut metin kullanımını gibi araçsal alt-edinçlerden biri haline gelmesi söz konusudur. Bu çıkış noktasından hareketle, kontrol ve deney grubu arasındaki farklılıklar öğrencilere verilen çeşitli çeviri alıştırmaları, çeviri süreci değerlendirmeleri ve özdeğerlendirme anketleri bazında incelenecektir. İncelemeler sonucunda, çeviri çalışmalarında yapay zekâ kullanımının çeviri eğitimine yansımaları ve olası kazanımları tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Yapay zekâ, çeviri eğitimi, çeviri edinci, uzman çevirmen, editör çeviri
Yapay zekâ üzerine yapılan çalışmalar her geçen gün artmakta ve oldukça olumlu sonuçlar elde edilmektedir. Çeviri alanı ise bu çalışmalar arasında şüphesiz en önemli alanlardan birisi olma niteliği taşımaktadır (Kuşçu, 2015:56). Çeviri alanında ise çalışmalar uzun yıllar boyunca dar bir perspektifte değerlendirilmiş ve başarı kriteri olarak “eşdeğerlik” ve/veya “sadakat” kavramları dikkate alınmıştır, ancak zamanla farklı etkenlerin de göz önünde bulundurulması gerektiği anlayışı gelişmiştir. Bu noktada geleneksel çeviri yöntemlerinin eksiklerini tamamlayan “işlevsel çeviri (Skopos) kuramı” öne çıkmaktadır (Boynukara, 2019:11-12) Çevirinin amacının/hedefinin temelde olduğu bu kurama göre çevirmenin görevi, çeviri işleminin öncesinde hedef kitle, mekan ve zaman gibi belirleyici özellikleri tespit etme noktasında işlevsel bir rol almaktır. Alıcının ve işverenin beklentisi de, çevirmenin işlevsel bir çeviri ortaya koymasıdır (Nord, 2011:17). Her ne kadar üretken yapay zekâ araçları geleneksel çeviri işlemlerinde sıkça kullanılıyor olsa da işlevsel bir çeviri işleminde çevirmenin rolünü üstlenebilmekte ne derecede başarılı olacağı sorusu tartışmalıdır. Bu soruya cevap aramak amacıyla yapılacak bu çalışmada nitel bir araştırma yöntemi olan doküman analizi kullanılacaktır. Doküman analizi, “araştırmanın veri setini oluşturan birincil veya ikincil kaynak olarak nitelendirilen çeşitli dokümanların elde edilmesi, gözden geçirilmesi, sorgulanması ve analizi” şeklinde tanımlanabilmektedir (Özkan, 2019:2). Çalışmanın verisini Almanya’da en fazla okunan gazete olan “Bild” (Statista, 2024) isimli gazetede yayınlanmış en güncel haber metinleri oluşturmaktadır. Bu metinlerde geçen kültürel unsurlar doküman analizi yöntemi kullanılarak tespit edilecek ve üretken yapay zekâ araçlarından ChatGPT (OpenAI, 2024) kullanılarak Türkçeye çevirileri yaptırılacaktır. Üretken yapay zekâ aracı tarafından gerçekleştirilen çevirinin, kültürel unsurların Almanca ve Türkçe dilleri arasında aktarımı sırasında başarısı işlevsel çeviri kuramı kapsamında irdelenecektir. Ulaşılan sonuçlar neticesinde güncel yaşantıda yaygın olarak kullanılmakta olan yapay zekanın çeviri işlemlerinde kullanımının sınırlılıklarının ortaya koyulması hedeflenmektedir.
Anahtar Kelimeler: işlevsel çeviri kuramı, yapay zekâ, çeviri, yapay zekâ ile çeviri, Skopos kuramı
Felsefe / Philosophy
Diplomasi, stratejik düşünmeyi gerektirir. Stratejik düşünmek, uluslararası politikada meydana gelen olayları değerlendirmeyi, bu olayların arka planını da görmeyi, böylece olayları gerçek yüzleri ile değerlendirmeyi mümkün kılar. Stratejik düşünmek; tarihî, iktisadî ve diğer bilgiler yanında felsefenin, özel olarak da politik felsefenin etkileri ile oluşur. Yaşanmış olayların ve tecrübenin sağladığı ilave katkılar, stratejik düşünceyi geliştirir ve daha etkin hale getirir.
Diplomasi bu şekilde diğer asırlarda olduğu gibi, önüne çıkan meydan okumalara cevap vermiş, yeniliklere uyum sağlamayı başarmıştır. Telsiz telefon gibi teknik gelişmeler yanında salgın hastalık döneminde çevrimiçi toplantılar, diplomasi ve diplomatın çalışma alanlarını geliştirmeyi başarmıştır. Sanal konferansların düzenlenmesi, bu konferanslara katılma ve diplomata sağlanan zaman ile onun düşünme olanağını derinleştirmesi, bu dönemin başlıca katkıları olarak değerlendirilebilir.
Bugün karşımıza çıkan yapay zeka, diplomasiye katkı yapabilecek bir araç olarak görülebilir. Diplomatın çalışmalarına yeni bilgiler sağlayarak onun çalışmasını daha etkinleştirebilir. Ancak yapay zekanın diplomasiye ve diplomata yapacağı katkıların belirli bir sınır ile çevrili olduğunu düşünüyorum. Nitekim diplomasi ve onu kullanan diplomat, insan unsurunun niteliklerini ve katkılarını gerektiren bir alanda etkinlik göstermektedir. Bu nedenle yapay zekanın, insan unsurunun niteliklerinin yerini alması mümkün olamaz. Ancak ona sağladığı bilgilerle diplomasi ve diplomata söz konusu niteliklerin daha da etkinleşmesine katkıda bulunabilir.
Nitekim yapay zeka; diplomat için gerekli olan eleştirel düşünmeyi gerçekleştiremez, uluslararası sorunlar karşısında gerekli olan bir stratejiyi oluşturamaz ve sağduyuyu uygulayamaz.
Belirtildiği üzere yapay zeka bilgiye erişmemizin kolaylaştırılmasına önemli katkı yapacak bir araç olacaktır. Bu bilgiler, sanal ortamda sağlandığı için güvenlikleri bir sorun oluşturabilir. Bunun yanında yapay zekada veri gizliliği, verilerin kime gittiği konusu, önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ülkemiz açısından değerlendirildiğinde yapay zekanın Türkiye’nin dış politika alanındaki sorunlarına olumsuz yaklaşımlar göstermesinin engellemesi, önemli bir konu olarak da ortaya çıkabilir.
Yapay zekanın, diplomaside ve diplomatın etkinliklerine sağladığı faydaların objektif olması önem taşımaktadır. Objektif olmayan bilgiler, Türk diplomasisi ve diplomatı için mücadele edilmesi gereken konular olarak ortaya çıkmaktadır.
Anahtar Sözcükler: politik felsefe, uluslararası ilişkiler, diplomat, stratejik düşünmek, yapay zeka
Sosyal bilimler alanında yapay zeka üzerine güncel tartışmaların önemli bir kısmı, yapay zekanın işlevlerine ve geleceğine odaklanmaktadır. Özellikle “derin öğrenme” teknolojisindeki gelişmeler, insan müdahalesi olmaksızın bilgi türetebilen yapay zekanın hangi yönde evrileceği tartışmalarını beraberinde getirmiştir. İnsan müdahalesinin tümüyle ortadan kalktığı bir gelecekte, yapay zekanın nasıl bir gelecek vaat ettiğine ilişkin öngörüler, iki uç yaklaşım üzerinden ele alınabilir. Bunlardan ilki; insanların tarih boyunca yaşadığı sorunların, yapay zekanın yetkin ve tarafsız müdahalesiyle çözülebileceğine inanan ve yapay zekaya dair yenilikleri bir “mesih” beklentisi içerisinde takip eden yaklaşımdır. Diğer uçtaki yaklaşımsa yapay zekanın geleceğinde bir kurtuluşu değil, felaketi görmekte ve yapay zekayı insan varoluşuna bir tehdit olarak değerlendirip “deccal” ile özdeşleştirmektedir.
Yapay zekanın “mesih” olarak alımlanması, tekniğe duyulan güveni ve teknik ilerlemeye dair ümitli beklentiyi yansıtırken “deccal” olarak alımlanması, tekniğin insanın kontrolünün dışına taşmış yıkıcı potansiyeline duyulan endişeyi göstermektedir. Her ne kadar söz konusu yaklaşımlar, yapay zekanın geleceğinde bir “mesih” ya da “deccal” görmeleri bakımından karşıt kutuplarda bulunsalar da yapay zeka karşısında insanın konumunu belirlemekte aynı zeminden hareket etmektedirler. Her iki yaklaşımda da yapay zeka, tarihin seyrini eline almış gözükmektedir. Yapay zekanın bir özne haline gelip yetkin karar alma becerileri sayesinde kendi yönünü belirlediği düşüncesi, farklı gelecek öngörülerinin ortak kabulüdür. Bu ortak kabule göre yapay zeka, ereklerini kendisinin belirlediği bir erekselliğe sahiptir. Her iki alımlama tarzı da insanı edilginleştirmekte ve felaketin ya da kurtuluşun seyircisi konumunda tutmaktadır. Bu alımlama tarzlarıyla düşünüldüğünde, gelecekte yapay zekanın bir “res cogitans” olup olmayacağı tartışması, insanı “zoon politikon” olmaktan alıkoymaktadır.
Yapay zekanın bir teknik, tekniğin de bir araç olmasına karşın yapay zekanın “insanlığın amaçları” doğrultusunda bir özne konumuna taşınması, bir depolitizasyon manzarası sunmaktadır. Bu kongre bildirisi, yapay zekayı kendi erekselliği içerisinde ele alan ve insanın politik özne olma özelliğini yitirerek edilginleştiği bir gelecekte yapay zekayı “mesih” ya da “deccal” olarak gören yaklaşımların getirdiği depolitizasyonun eleştirisini içermektedir.
Anahtar Sözcükler: politik felsefe, depolitizasyon, yapay zeka, mesih, deccal
Felsefe / Philosophy
Bu bildirinin amacı istihbarat toplama ve analiz teknolojilerindeki ilerleme ve bununla bağlantılı olarak hedefleme süreçlerinde giderek yoğun bir şekilde yapay zeka teknolojisinin kullanılmasının modern çatışmalar üzerindeki etkisinin tartışılmasıdır. Konu hakkındaki literatür incelendiğinde, teknolojinin artan şekilde kullanımının hedefleme süreçlerinde insan faktörünü ortadan kaldırarak çatışmaların düello niteliğini ortadan kaldırdığı savunulmaktadır. Teknolojiyi merkeze alan bu iddianın, istihbarat ve harekat süreçlerinin iç dinamiklerini göz ardı ettiği değerlendirilmektedir. Bildiride de istihbarat teknolojilerindeki gerçekleşen ilerlemelere rağmen insan faktörünün hala önemini koruduğu savunulacaktır.
Muharebe kavramının merkezinde hedefleme kavramı bulunmaktadır. Muharebenin parçası olan kurumlarca yürütülen bütün faaliyetlerin nihai amacı hassas bir hedeflemenin başarılabilmesidir. Hedefleme süreci, imha edilmek ya da yakalanmak istenen bir hedefin belirli bir zaman ve konumda sabitlenmesidir. Sabitlenen bir hedef günümüzde çok büyük bir yüzdeyle vurulabilmektedir. Özellikle akıllı olarak da nitelendirilen mühimmatların giderek daha fazla kullanılması sabitlenen hedeflerin imhasını bir standart haline getirmiştir. Bu nedenle günümüzde önemli olan nokta hedefin bulunabilmesidir. Bu aşama istihbarat faaliyetinin de merkezinde yer almaktadır.
Günümüz çatışmalarının tarafları olan aktörler de bu durumun farkındadır. Özellikle çatışmanın kapasite açısından zayıf olan tarafı yaşanan bu asimetriyi dengelemek için giderek daha fazla dağılmakta ve gizlenmektedir. Çatışmaların güçlü olan tarafının buna verdiği yanıt insansız hava araçlarını ve arasında yapay zekanın da bulunduğu toplama ve analiz teknolojilerinin giderek artan şekilde kullanılmasıdır. Bu durum özellikle İsrail’in Gazze’ye yönelik olarak yürüttüğü harekat kapsamında incelenebilecektir. İsrail istihbarat teşkilatları, görünürlüğünü azaltan Hamas unsurlarının tespitinde ve etkisiz hale getirilmesinde yapay zeka ve insansız araçları yoğun bir şekilde kullandığı görülmektedir. Bu durum savaşın giderek insansızlaştığı ve tek taraflı hale geldiği izlenimini vermektedir. Bildiride, eski bir çatışmaya yeni bir cevap arayan İsrail’in söz konusu faaliyetleri üzerinden, modern muharebe ortamında insan faktörünün yeri tartışılacaktır. Bu çerçevede Gazze harekatına yönelik yapay zeka analiz programları ve insansız araçların kullanımı incelenerek örnek vakalar ve kayıplara dair istatistiki veriler üzerinden çıkarımda bulunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Teknoloji, İstihbarat, Muharebe, Hedefleme, Düello
Yapay zeka uygulamalarının giderek yaşamın her alanına yayıldığı günümüzde çağdaş savaş biçimleri önemli dönüşümlerle karakterize olmaktadır. Bu tarihsellikte savaşın içeriği giderek değişmekte ve savaşlara anlam veren kategoriler belirsizleşmektedir. Klasik savaş kavrayışlarına biçim veren kurumsal ve yapısal düzeneklerin istikrarsızlaşmasıyla beraber yeni savaş biçimleri giderek etkin hale gelmektedir. Yapay zeka üretimi yeni nesil savaş araçları bu istikrarsızlığıarttırarak geleneksel savaş formlarını ortadan kaldırmakta ve savaşa ilişkin yeni bir gramer inşa etmektedir.
Yapay zeka üretimi olarak dronlar geleneksel savaş biçimlerini küresel düzeyde dönüştürmektedir. Clausewitzci anlamda savaş ve politika ilişkisinin düzensizleştiği, savaşa ilişkin bir amacın tayin edilemediği çağdaş savaş halleri, bu dönüşümlerle beraber bir şiddet sarmalı üretmektedir. İnsansız hava araçlarının bu savaşlarda kullanımı savaşa müdahale koşullarını giderek dönüştürmekte ve savaşın fiili aktörlerine ilişkin simetriyi ortadan kaldırmaktadır. Savaşa ilişkin eylemlilik biçimleri de bu asimetri ile beraber dönüşmekte, askeri alanlara fiziksel müdahaleler yerini gözetleme ve imha tekniklerine bırakmaktadır. Dronlar savaşın farklı yüzleri olan kara, deniz ve hava güçleri arasındaki ayrımları da ortadan kaldırmaktadır. Bütün bu operasyonel dönüşümlerin ürettiği yeni çerçeve, savaşı zamansal ve mekansal düzeyde dönüştürerek çağdaş savaş biçimlerinin dönüşümlerini hızlandırmaktadır.
Bu çalışma yapay zeka teknolojilerin savaş alanlarına getirdiği değişiklikleri ve ürettiği çok boyutlu dönüşümleri düşman kavramı etrafında tartışma amacındadır. İnsansız hava araçlarının bir savaş silahı olarak kullanılması, gözetleme ve imha biçimlerini radikal biçimde dönüştürmüşbu durum mutlak düşman imgesini yeniden tartışmaya açmıştır. Gerçek düşman figürünün zamansal ve mekansal sınırlılığı yerine insansız hava araçlarının ürettiği yeni düzlemde düşman figürü soyut ve belirsiz bir kategori olarak sınırsız bir zemine yerleşmektedir. Bu durum küresel şiddet hallerini alevlendirmekte düşman zamansız ve mekansızlaşmaktadır. Çalışmamız bu bağlamda yeni savaş halleri ve yapay zeka teknolojilerinin iç içe geçtiği düzlemi düşman figürünün düzensizliği etrafında tartışmayı amaçlamaktadır.
Felsefe / Philosophy
Marvin Minsky, one of the pioneers of AI research, defined AI as “the science of making machines do things that would require intelligence if done by men.” This definition establishes a direct link between AI and machines, leading us to explore the role of machines in the history of philosophy. In his posthumous treatise, Descartes linked machines and organisms kinematically and mechanically to explain organisms. This Cartesian approach assumes that understanding and explaining organisms require using machines subject to physical/natural laws. In the 20th century, French philosopher Georges Canguilhem criticized the Cartesian approach, suggesting that the relationship between machines and organisms should be reversed. He proposed understanding machines within the framework of mechanism and finalism. This shift in perspective opened new horizons for robotics, mechanics, programming, and computer sciences. According to Canguilhem, unlike the Cartesian view, organisms exhibit self-building/self-creating self-preserving, self-organizing, and self-repairing characteristics. Today, there is significant effort to develop machines with these features, especially in AI, where we expect machines to simulate or possess these traits. Thus, we must question whether the AI-human intelligence relationship is still based on the traditional Cartesian approach. While AI research strives to bring AI closer to human intelligence, the relationship between AI and human cognition does not entirely align with Cartesian understanding. However, this question is complex and not easily answered. Accepting William Rapaport’s terminology for AI as computational cognition and considering the Church-Turing Thesis, we must explore whether cognition is computational. This fundamental philosophical question in computer science shapes our understanding of AI and human cognition. The distinction between computation, computable, and computational highlights that while cognitive behaviors may be computable, the question itself encourages a traditional Cartesian approach. AI studies aim to align machines with human cognitive abilities, but this alignment brings the human mind closer to the computational framework.
Keywords: Artificial Intelligence, cognition, Cartesian philosophy, Canguilhem, machine-organism
The limitations of artificial intelligence (AI) technologies in human interactions become particularly evident in decision-making processes. When AI systems are unable to make reliable decisions about situations they have not experienced, trust in these technologies can be undermined. Epistemologically, the difficulties AI faces in making decisions about previously unexperienced situations lead us to question the reliability of these systems. Ethically, the ability of AI to speak authoritatively about situations it cannot personally experience raises serious concerns. In this context, the concept of “trust” is a significant issue that requires comprehensive examination. A widespread sense of trust encompasses an individual’s entire being, which can lead to a blurring of the distinction between humans and artificial intelligence. Although it may seem natural to consider AI as a “trusted friend” or “experienced acquaintance,” consulting and heeding the advice of such figures creates a very different dynamic. Therefore, in the trustor-trustee relationship, whether AI can genuinely replace a trusted and experienced acquaintance is a critical question. One approach to this issue highlights the limitations AI systems face in ethical decision-making processes and their inadequacies in making decisions based on human experience, asserting that AI cannot meet ethical standards and therefore cannot be accepted as a reliable advisor (Lehner, Ittonen, Silvola, & Ström, 2022). On the other hand, it is argued that AI systems have the potential to improve ethical decision-making processes, minimizing human errors and making more fair and objective decisions; when properly programmed, AI can effectively implement ethical standards (Lai, Carton, Bhatnagar, Liao, Zhang, & Tan, 2021). In this study, aligning more closely with the first view, I argue that considering AI as a “reliable decision-making authority” in situations it has not experienced poses a risk of misleading humans, particularly in ethical issues and matters requiring experience. By examining trust in AI from epistemological and ethical perspectives, I aim to discuss that if AI’s lack of experience continues, the negative impacts on human experience-based decision-making are likely to outweigh the positive ones.
Keywords: Artificial Intelligence (AI), ethical decision-making, epistemological limitations, trust in AI, human experience.
Felsefe / Philosophy
İnsan ve akıllı makineler etkileşimi bağlamında araçsallık, karşılıklı aracılık, güçlü işbirliği ve ortak edimlerin tanımlanması, günümüzün felsefi tartışmaları arasında önemli bir yer tutmaktadır. Ortak edimleri doğru bir şekilde tanımlayabilmek için teknik nesnelerin insan zihni üzerindeki etkilerini belirlemek zorundayız. Söz konusu çalışma için Bernard Stiegler’in teknoloji felsefesinden hareketle “analojik model” ve “organolojik model” olarak adlandırılan iki modeli karşı karşıya getireceğim. Enformasyon teorisi, sibernetik, bilgisayar bilimleri, bilişsel bilim, sinirbilim ve felsefe gibi disiplinler arası çalışmaların ürünü olan bu modeller yardımıyla insan-makine etkileşimini açıklama biçimimiz gelecekte yapay zeka ile kuracağımız işbirliğini ve ortak edimleri tanımlamamızı sağlayacak. Analojik model, bilgi-işlemsel yaklaşımla insan ve makine bilişini performansları açısından karşılaştırır. Performans kıyaslaması duygusallık ve kararsızlık gibi insani durumları, bilişsel yetersizlikleri dışarıda bırakarak doğrudan formel yapılara odaklanır. Analojik model insan zihninin bir bilgi işleme sistemi (information processing system) olduğunu ve biliş ile bilincin bir tür işlemleme/hesaplama (computation) olduğunu öne sürer. Organolojik model ise fizyolojik organlarla aletleri, teknolojik olgularla toplumsal olguları birbirine indirgemeksizin birlikte düşünmeye çalışır. Analojik model belli bir teknolojiyi düşüncenin genel modeli gibi sunarken, organolojik model teknik dispozitiflerin psikosomatik organizmaları nasıl etkilediğini ve dönüştürdüğünü ele alır. Teknolojinin zihinsel edimler üzerindeki etkisini anlamak için onu yaşamın evriminden soyutlamadan, biyolojik, antropolojik, kültürel ve politik bağlamları ile birlikte ele almak gerekir. Bu yüzden organolojik yaklaşımın sorusu makinelere nasıl adapte olacağımız değil teknik dayanaklar sayesinde bireysel ve kolektif varoluş durumlarını nasıl icat edeceğimizdir. Söz konusu karşılaştırma sunumumu şu sorulara götürecek: Düşünmenin tüm seviyelerinin biçimlendirilebileceğini varsaymak neden yanlıştır? Daha iyi veri analizi ve öngörülemeyen bağlantılar keşfetmek için kullandığımız yapay zekâ problem çözme ve karar alma süreçlerimizi nasıl etkiler? Zihnimizin dayanakları olarak işleyen protez cihazlar, zaman deneyimimizi, anımsama ve beklenti biçimlerini nasıl etkilemektedir?
Anahtar Sözcükler: Enformasyon, sibernetik, bilişsel makineler, bireyleşme, teknoloji felsefesi
Alan Turing’in 1950 yılında “Makineler düşünebilir mi?” sorusu ile başlayan yapay zeka serüveni, günümüzde süper yapay zeka (ASI) seviyesine ulaşarak yeni bir otorite figürü haline gelme potansiyeline sahiptir. Bu çalışmadaki amaç yapay zekanın otorite figürü olarak benimsenip benimsenmeyeceğini ve bunun toplumsal, politik ve etik sonuçlarını tartışarak; “Yapay süper zekanın (ASI) otorite figürü olarak kabul edilme süreci ve bu sürecin toplumsal yapılar üzerindeki etkileri nelerdir?” sorusu üzerinde durmaktır. Çalışmada, Frankfurt Okulu’nun başta otoriter kişilik ve diğer bazı kavramları üzerinden yapay zekanın otorite olarak benimsenme süreci değerlendirilmektedir. Literatür taraması ve teorik analiz yöntemleri kullanılarak yapay zekanın gelişim süreci ve potansiyel etkileri incelenmiştir. Yapay zekanın demokratik süreçler, toplumsal adalet ve eşitlik üzerindeki etkileri değerlendirilmiş, ASI’nin algoritmik yönetişim kapasitesinin demokratik değerleri nasıl şekillendirebileceği tartışılmıştır. Yapay süper zekanın merkeziyetçi ve dağıtık otorite yapıları üzerindeki olası etkilerine değinilmiş, etik ve hukuki çerçevelerin oluşturulması gerekliliği vurgulanmıştır. Dolayısıyla yapay zekanın bir otorite figürü olarak insanlar tarafından kendiliğinden benimsenmesinin hem özgürleşme hem de baskı mekanizmalarının beklenmedik bir biçimde yeniden şekillenmesine yol açabileceği ve bunun öngörülemesi zor sonuçları değerlendirilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Yapay Süper Zeka, Otorite, Frankfurt Okulu, Algoritmik Yönetişim, Demokratik Süreçler, Etik, Hukuki Çerçeveler.
Social Data Science, or Computational Social Science has developed into frontiers of hybrid methods and paradigms, employing computational techniques to analyze large-scale social data for insights into human behavior and societal dynamics. This talk surveys emerging topics and cutting-edge research shaping the field. A central focus is the utilization of large social media datasets for monitoring public opinion, analyzing political polarization, and investigating the dynamics of online mobilizations. Advances in network analysis and natural language processing have enabled more sophisticated modeling of social relationships and discourse patterns. Machine learning and AI have further driven the development of predictive models, addressing phenomena such as migration patterns, violent conflict, and socio-economic disparities. The field is also grappling with new ethical challenges, particularly related to privacy, algorithmic bias, and the responsible application of predictive analytics in high-stakes areas such as healthcare, security, and governance. The integration of spatial data science with social data, particularly through Geographic Information Systems (GIS), has expanded the field’s analytical capabilities, supporting research in urban development, resource distribution, and conflict monitoring. As computational tools and datasets continue to evolve, Social Data Science is poised to become a critical domain for understanding and addressing complex social issues. This talk reviews these emerging trends, focusing on their methodological innovations and the potential implications for future research.
Dilbilim / Linguistics
The field of Natural Language Processing (NLP) has witnessed a substantial body of research. Historically, linguistic research and language modeling have predominantly relied on strict, rule-based frameworks, such as the ITU Turkish Natural Language Processing Pipeline (Eryiğit, 2014). However, the advent of artificial intelligence has catalyzed a paradigm shift, introducing sophisticated models including BERT (Devlin et al., 2018). The utilization of these statistical models necessitates extensive datasets characterized by clarity, conciseness, and grammatical precision to attain optimal efficacy.
Despite the proliferation of open-source datasets, many are predominantly available only in English and suffer from grammatical flaws and a lack of textual cleanliness. This limitation underscores an urgent need for high-quality, multilingual datasets to bolster the development and training of robust and diverse NLP models.
In response to this necessity, we propose a novel methodology that leverages the freely accessible and comprehensive thesis database of the National Thesis Center (Council of Higher Education of Turkey, 2007). This methodology aims to establish and sustain a large linguistic dataset derived from Turkish academic theses by using fast and robust open-source software solutions, making it accessible for everyone.
This curated dataset is poised to serve as an invaluable resource for researchers and developers within the NLP community, thereby facilitating significant advancements in language models, retrieval-augmented generation frameworks, text summarization tasks, and other AI-driven linguistic applications. We hope that our work not only meets the critical need for high-quality Turkish linguistic data but also sets a benchmark for analogous efforts in other languages, fostering inclusivity and diversity within NLP research.
Keywords: Natural Language Processing, Large Language Models, Retrieval-Augmented Generation, Dataset Creation, Academic Text Processing
Thematic analysis is a widely used qualitative research method for identifying recurring patterns and themes within data sets. It has been utilized in various fields, yet it is quite labor intensive as the process involves repetitive tasks such as close reading, coding and theming. This study explores the potential symbiosis between generative artificial intelligence (GenAI) and thematic analysis. Employing a comparative case study approach, the research compared three different GenAI (Chat-GPT, Claude AI, Gemini) thematic analysis output within dataset of vision and mission statements from three artificial intelligence companies. The output of the analysis was presented as tables which are also generated by GenAI. The AIxGEO model, which is developed by Turobov et al. (2024), is pre-trained with thematic analysis guidelines, displayed best performance in terms of categoraization and consistency. Anthropic's Claude AI system also demonstrated comparable performance, yet the base Gemini model has encountered problems regarding consistency and unique theme generation. 5 out of 11 quotations that are stated by AIxGeo are also stated by Claude AI with similar themes. Findings suggest that, when utilized under human supervision, GenAI facitiliates researchers' qualitative research capabilities. However, complete reliance on automated analysis remains of no avail due to AI's limitations in context sensitive analysis related with theoretical framework of study. As the GenAI gets more customizable and pre-trained on certain fields, its capabilities regarding academic methodology are expected to excel. As demonstrated in comparative analysis, the level of precision of the AIxGEO model is quite high. Therefore, the integration and more significantly customization of GenAI tools into the context of qualitative research methodologies holds promising opportunities, thereby requiring academic attention and exploration.
Keywords: artificial intelligence, thematic analysis, qualitative research, ai, models, generative ai
Medya ve Sinema Çalışmaları / Media and Film Studies
AI medialization is privileging series of rather similar narratives with the intention to explain, to bring order into a symbolically distressed collective imaginary, in crisis.
This paper analyzes how an AI collective imaginary is constructed through media narratives which, in an explanatory approach, transcending their primary role of informing, surprisingly recover in their symbolic structure various forms of "survivals and camouflages" of archaic mythological structures, thus re-creating the modern AI myth.
We focus on which are the dominant mythological structures of AI media narratives, also on how / if these symbolic representations may differ, depending on the specific language/culture. We seek further which are the main discourse strategies used to define AI in media, and how their usage may differ, in reference to our UK and French main national newspapers (2023-2024) corpus.
We are using qualitative content analysis and discourse analysis, while applying an anthropological interpretative model inspired by Greimas, Levi-Strauss and Geertz.
French and British AI media narratives reveal archetypal, mythological symbolic structures which are rather similar, despite language and cultural differences. Narrative sources try to offer sense and understanding rather than just informing about the disruptive AI controversy, by appealing to deep social and cultural symbolism, cultural meta-narratives and master-myths. This mythological approach is of paramount importance in relation to the collective imaginary regarding AI, directly influencing its social acceptance or rejection, giving it a transcendent value. Finally, AI media narratives reveal that it tends to appeal to the public’s emotional understanding, rather than to its rational thinking.
Keywords: AI, media narratives, myth, media anthropology, comparative analysis.
In Canada, a nation celebrated for its multicultural ethos and government commitment to diversity, the paradox of racial prejudice persists. Transcending the image of an immigration haven is the deplorable reality of racialization and marginalization of ethnic and religious minorities in both online and offline spaces. Using empritical critical race theory, this study analyzes Canadians’ engagement with a complex interplay of microaggressions, racist rhetoric, and hate speech in X posts. Using the Academic Twitter API v2, we collected 8,765,101 tweets referencing either #racist or #racism or both from July 1, 2006, to January 7, 2023. We further filtered the content with a Python script containing 30 search terms to focus on issues related to Canada. We found 213,776 tweets posted by 80,900 unique users. We then downloaded the images associated with these tweets, and we found a total of 12,740 ones after removing duplicates. Next, we carried out an automated visual analysis using Amazon Rekognition (AR), a commercial tool using deep learning technology that employs Artificual Intelligence (AI). AR offers a variety of automated classificatons such as featured objects, OCR text, name of celebrities, their gender and facial sentiment, as well as content moderation categories. We then extracted images and their respective tweets by only focusing on AR’s automated content moderation categories such as ‘visually disturbing’, ‘violence’, ‘rude gestures’, and ‘hate symbols’. This resulted in 261 images, after which we carried out systematic content analysis. We found that majority of X posts in this sample which had racist themes were advocating against various forms of racism and ethnoreligious prejudices including discriminations against Indigenous people, anti-Islam, and anti-Semitic sentiments. Interestingly, these posts highlighted and disseminated hate speech particularly through the racist images they shared to illustrate their advocacy.
Keywords: social media, mediated racism, Canada, anti-racism, AI, automated analysis
Felsefe / Philosophy
Araçsalcı yaklaşıma göre teknoloji ve dil, kullanıcıları ve yaratıcıları olan insan için faydalanılacak birer vasıtadır. Yalnızca belirli bir amaç için kullanıldıkları ve bireylerin/kültürlerin üzerinde zorunlu bir etkilerinin olmadığı görüşü, teknolojinin modern yaşamın her alanında var olması sebebiyle geçerliliği sorgulanması gereken bir yaklaşımdır. İnsan, teknoloji ve dili günlük hayatında sürekli olarak kullanmakta ve onlardan etkilenmektedir. Bu “araçlar”, bireyler ve toplumların değişim ve dönüşümlerinde rol oynamaktadır. Teknoloji, dil dolayımıyla insan düşüncesini doğrudan etkilemekte ve bu özelliğiyle nesne/araç konumundan uzaklaşarak yeni özne haline gelmektedir. Coeckelbergh’e göre teknolojiyle etkileşimimiz, Wittgenstein’ın dil oyunları gibi bir “teknoloji oyunudur”; teknolojik cihazlar ve sistemlerle etkileşimimiz dilsel ve sembolik süreçler içerir (2017, s.45). Teknoloji oyunları kavramı, bu bağlamda teknolojik nesnelerin nasıl adlandırıldığı, kullanıldığı ve toplumsal olarak nasıl anlamlandırıldığını içermektedir. Örneğin bir bilgisayarın işlevi ve kullanımı, belirli bir dil oyunu ve bu oyunun kuralları çerçevesinde anlaşılabilir. Bir bilgisayarın “açılması”, “kapanması” ya da “programlanması” gibi terimler belirli dil oyunlarına işaret eder. Coeckelbergh, teknolojinin dil oyunları aracılığıyla toplumsal pratikleri nasıl dönüştürüp yeniden şekillendirdiğini bu kavramla açıklamaktadır. Bu çalışma, teknolojinin dil dolayımıyla insan düşüncesine etkisini Coeckelbergh’in teknoloji oyunları yaklaşımı üzerinden incelemekte, son yıllarda yaşanan teknolojik gelişmelerle oldukça yaygın olarak kullanılan ChatGPT gibi LLM tabanlı dil modellerinin yaşam dünyasına etkisi ele almaktadır. ChatGPT dil ve iletişim pratiklerimizi, bu dolayımla da yaşam dünyamızı kökten değiştirme potansiyeline sahiptir. Bu gibi yapay zeka programlarında hem insan hem de YZ tarafından “kullanılan” dil, yeni bir yaşam formunun ve dil oyunlarının bir parçasıdır. ChatGPT ile etkileşim kurularak dil kalıpları yeniden şekillendirilebilir ve yeni ifade biçimleri geliştirilebilir ve bu, dilin ve düşüncenin evrimine yol açabilir. Çalışmamız, dil modellerindeki teknoloji-insan etkileşimlerini inceleyerek dil ve düşüncenin teknoloji bağlamında nasıl evrildiğini ve yeni anlamlar kazandığını göstermeyi amaçlamaktadır. Bu anlamda teknolojik gelişmelerin dil ve düşünce üzerindeki dönüştürücü etkilerini güncel örneklerle serimleyerek yapay zekanın geleneksel felsefi yaklaşım ve yöntemlerini dönüştürmedeki rolünü de ortaya koymayı hedeflemektedir.
Anahtar Sözcükler: Araçsalcılık, dilsel etkileşim, öznellik-nesnellik, teknoloji oyunları, yapay zeka
Argümantasyon, Yapay Zeka sistemleri içinde temel bir çalışma alanı olarak giderek merkezi bir konuma gelmektedir. Argümantasyonun geleneksel mantıksal akıl yürütme ve matematiksel kanıt kavramlarıyla benzerlikleri ve farklılıkları açısından bu alanın ilgi çeken başlıca konuları arasındadır. Bu bağlamda argümantasyon modellerinin formüle edilmesinde birçok farklı alanın katkısından söz edilmektedir. Bu çalışmada ise özellikle yapay zeka alanındaki çalışmaların katkılarına yer verilecektir.
Klasik ele alınışıyla argümantasyon çalışmaları, üzerinde farklı görüşlerin savunulabileceği konular bağlamında iddiaların nasıl temellendirildiği, tartışıldığı ve çözüme kavuşturulduğuna ilişkin tartışmaları kapsar. Argümantasyon kuramcıları, argümanların kullanımı sırasında ortaya çıkan akıl yürütme hatalarını inceleyerek, uygun bir kanıt standardına göre bir argümanı geçerli yapan gereklilikleri ararlar. Dolayısıyla, argümantasyona ilişkin felsefi araştırmalar; bir iddiayı destekleyen geçerli argümantasyonun geçersiz argümantasyondan ayırt edilebilmesini sağlayan mekanizmalar; argüman bileşenlerini ve argümantasyon gelişimini oluşturan genel yapıların analizleri; bir tartışmada karşıt tarafların kendi pozisyonlarını ilerletme ve karşı argümanları zayıflatma süreçleri ile tartışılan soruların karara bağlandığı bağlamlar olarak farklı temalarla karşımıza çıkmaktadır.
Yapay zekada argümantasyon modellerinin gelişimi üzerindeki etkilerin önemli bir yönü, klasik-olmayan mantıktaki gelişmelerdir. Başka deyişle argümantasyon teorisinin yapay zekada kullanımına yönelik motivasyonlar, eksik ve belirsiz bilginin varlığında akıl yürütme ve açıklama yapmaktan kaynaklanmıştır. Klasik önermeler mantığının bu gibi durumları ele almak için bir araç olarak işlevsizliği, yapay zeka içinde monoton-olmayan mantıkların yaygınlaştırılmasına neden olmuştur. Eksik ve belirsiz bilginin varlığında akıl yürütme ve açıklama yapmada klasik tümdengelimsel mantığın kullanışlı görünmemesi ve bu durumlara uygulanabilecek başka bir biçimsel yapının bulunmaması, mantığa ilişkin çalışmaların gelişmesinde etkili bir zemin hazırlamıştır. Böylelikle yapay zeka çalışmalarında, monoton-olmayan akıl yürütme formalizmine alan açılmıştır.
Bu bildiri, mantığın temel konularından “Argümantasyon” ve “Yapay Zeka” gibi iki alan arasındaki ortak zeminin incelenmesini amaçlamaktadır. Bu ortak zeminin açığa çıkarılması, başta “argüman” olmak üzere Argümantasyonun ve Yapay Zekanın temel kavramlarını açıklamayı gerektirdiğinden savlanan ortaklık iki alanın kavramlarına ilişkin açıklamalar üzerinden gidilerek sunulacaktır. Bu ortak ilgi bir yanıyla, mantığın bir konusu olarak argümantasyonun biçimsel modellerinin yapay zeka sistemlerinin gelişimine katkıları üzerinden ele alınacaktır. Diğer yandan yapay zeka sistemlerindeki gelişmelerin, argümantasyonun görevleri olarak sayılan “tanımlama”, “analiz”, “değerlendirme”, “bulgu” ve “görselleştirme” konusuna sunduğu katkılar üzerinden incelenecektir.
Anahtar Sözcükler: Mantık, argüman, argümantasyon, yapay zeka, akıl yürütme
Statik dil modellerinden öğrenme becerisine sahip modellere geçiş, yapay zeka çevirisinde sıçrama yarattı. Bu konuya dair tartışmalar, antropomorfik çerçevede, insan çevirisiyle makine çevirisini karşılaştırmaya odaklanıyor (Searle, 1980; Chomsky, Roberts, Watumull, 2023; Browning, LeCun, 2022). Sentaksik dil anlayışı üzerinden yapay zekayı eleştiren bu bakışa göre, yapay zeka kendisine verilen talimatları izleyebilir, paternleri birleştirebilir ama söyleneni anlayamaz, semantik boyutu yoktur.
Bu çalışmada yapay zeka ve çeviri tartışmasına farklı bir açıdan yaklaşacağım.
Etienne Balibar, insanın tarihselliği bakımından dijitalleşmenin anlamını sorgularken, yapay zeka teknolojilerinin toplumsal ilişkileri sömürgeleştirdiğini, kullanıcılarda yabancılaşma etkisi yarattığını savunuyor (Balibar, 2024). Balibar’ın çizdiği çerçeveyi, antropomorfik bakış açısına düşmeden yapay zeka çevirisini düşünmek için kullanacağım.
Çeviriyi dillerin birbirini tamamlaması ve çevrilemezi çevirme denemesi olarak düşündüğümüzde, dili de ergon değil, energeia olarak, indirgenemez bir çoğullukla tanımlamak mümkün olur (Benjamin, 1996; Humboldt, 1996; Cassin, 2019). Peki yapay zeka çevirisi bu dil anlayışına dahil edilebilir mi? Yapay zeka çoğunlukla iletişim işleviyle sınırlı kalmakta ve çevirdiği metnin kültürel bağlamını yakalayamamaktadır. Bu ise çevrilemezi çevirmeye çalışarak dillerin zenginleşmesini sağlamak yerine, dilleri kültürel boyutlarından ayırıp sığlaştırmaktadır. Balibar’ın bahsettiği tarihsellik kaybı, sömürgeleşme ve yabancılaşma bu şekilde gerçekleşir.
Bu soruna yönelik felsefi çözüm önerileri neler olabilir? Antropomorfik yapay zeka eleştirileri, dillerin kültürsüzleşmesi sorununa çözüm olamaz: yapay zekanın olmadığı bir dünya düşünmek artık ne mümkün ne de anlamlıdır. Yapay zekanın insanla protez ilişkisi içinde geliştiği bir sistem kurulabilir (Leroi-Gourhan, 1992; Simondon, 1958). Oysa bugünkü eğilim yapay zeka sistemlerini, performans sistemleri olarak algılamak şeklindedir (Lyotard, 1979). Bu algıyı değiştirecek bir felsefe, yapay zekanın kültürel fakirleşme etkisini bozabilir (Hui, 2019).
Anahtar Sözcükler: Çeviri, yapay zeka, yabancılaşma, çevrilemez, protez
Endüstriyel Alanlarda Yapay Zekâ: Kullanım ve Görüşler / Artificial Intelligence in Industrial Areas: Application and Ideas
Abstract
Artificial intelligence (AI) is deeply connected to the future of talent management due to its incorporation into numerous talent management processes. According to research, integrating AI into talent management approaches can significantly improve the performance and engagement of employees in organizations (Rožman et al., 2022). By using AI-driven talent management systems, organizations can optimize their workforce management strategies and improve their overall talent management practices (Faqihi & Miah, 2023). Furthermore, contemporary IT solutions, including artificial intelligence (AI), have been shown to be advantageous in automating HR activities, including recruitment, talent management processes, and strengthening employee competencies (Kurek, 2021).
Organizations can effectively address talent management challenges by analyzing large-scale data and establishing fairness principles when AI technologies are integrated into talent intelligence management systems (Xi et al., 2020). (Al-Qeed et al., 2018) also highlighted the beneficial impact of talent management on organizational performance and stated that emotional intelligence acts as a mediator in this relationship. This is especially true for industries such as the pharmaceutical sector. In addition, talent management has been recognized as a facilitator of organizational intelligence, highlighting its critical role in improving the overall performance of an organization (Hamad, 2019). In this study, the contributions of artificial intelligence to talent management are discussed through a literature review with a future projection.
Keywords: Artificial Intelligence, Talent Management, HR Practices, Recruitment, Employee retention, Employee Engagement
The use and impact of Artificial Intelligence (AI) in Industrial Design have increased. Researchers have shown that it will become increasingly important to assist designers in learning how to collaborate effectively using AI tools. Additionally, others have explored how AI promotes divergent thinking and facilitates the examination of broader problem and solution spaces. In this study, semi-structured interviews were conducted with ten senior students from an industrial design department in Izmir, Turkiye. The interview guide included questions about the AI tools used in their design process, the phases of the design process in which these tools were employed, and the advantages and disadvantages of their use. The students were also asked about their views on the ownership of the final design outcome and how AI tools might shape the future of industrial design as a profession. Data were analyzed using thematic analysis. The most significant finding was that the students were aware of AI technology's limitations and chose to use it primarily for ideation and visualization. They preferred not to relinquish control over their design process. Some of the major disadvantages mentioned included a loss of originality, ethical dilemmas, and the risk of creativity becoming blunt. Lastly, students frequently debated over the ownership of the final design outcome, based on whether AI was used only in specific phases or directly produced the design output. These concerns show that the identities, values, and ethos of design students significantly influence how often and in what ways they incorporate AI into the design process.
Keywords: artificial intelligence, design ethics, designer’s identity, industrial design, machine learning
Bu araştırmanın amacı Park ve diğerleri (2024) tarafından geliştirilen Attitudes Towards AI Application At Work (AAAW) Ölçeğinin Türkçeye uyarlanarak Türk kültüründeki güvenirlik ve geçerlik çalışmalarının yapılmasıdır. Örgütler, yapay zekâ teknolojisine uyum sağlarken, çalışanlarının yapay zekâya yönelik isteksizlik ve şüphecilik veya tam tersi isteklilik ve coşku gibi farklı tepkileriyle karşı karşıya kalabilmektedir. Teknolojiye yönelik tutumları örgütsel ortamda değerlendirmek amacıyla halihazırda geliştirilmiş ölçekler bulunmasına rağmen, bu ölçekler spesifik olarak yapay zekanın ortaya çıkardığı iş güvencesizliğine karşı duygulanımı ölçmeye yöneliktir (Shank vd., 2019). Yapay zekaya yönelik geliştirilen ölçeklerin birçoğu ise bireylerin yeni bir teknolojiye yönelik ne düşündüğüne veya ne hissettiğine dair genel tutumları değerlendirmeyi amaçlamaktadır (Schepman ve Rodway, 2023). Buradan yola çıkarak, Park ve diğerleri (2024) çok boyutlu AAAW ölçeğini geliştirmiş ve 25 maddeden oluşan 6 faktörlü bir yapı elde etmişlerdir. Yazarlar bu faktörleri algılanan insani benzerlik, algılanan uyum yeteneği, algılanan kalite, yapay zekâ kullanım kaygısı, iş güvencesizliği ve kişisel fayda olarak tanımlamışlardır. Bu araştırmada, sözü edilen ölçeğin, alanında uzman kişiler tarafından Türkçe çevirisi yapılarak Türk kültüründeki güvenirlik ve geçerliği incelenecektir. Bu amaçla Eylül ve Ekim aylarında, en az 500 çalışandan çevrimiçi olarak anket verisinin toplanması planlanmaktadır. Güvenirlik analizi kapsamında ölçeğin iç tutarlılık katsayısı incelenecek, geçerlik sınaması amacıyla ise öncelikle faktör analizleri yürütülecek ve ardından ölçeğin güven eğilimi, bireysel yenilikçilik, mesleki öz yeterlik gibi diğer bazı yapılarla ilişkileri incelenecektir. Ayrıca yapay zekaya yönelik genel tutum ölçeği ile ilişkisi analiz edilerek yaklaşan geçerliği incelenecektir. Böylece iş yerinde yapay zekâ kullanımına yönelik tutumların değerlendirilebileceği güvenilir ve geçerli bir ölçme aracının Türk kültürüne kazandırılması hedeflenmektedir. Bu çerçevede ölçeğin teorik ve pratikteki katkıları tartışılacaktır. Son olarak, bu ölçeğin yapay zekanın günden güne hayatımızda artan öneminin iş yerlerinde çeşitli örgütsel çıktılara yansımalarını öngörme noktasında, gelecekte ülkemizdeki endüstri ve örgüt psikologları tarafından kullanılabilecek önemli bir araç olarak kullanılabileceği düşünülmektedir.
Anahtar Sözcükler: İş yerinde yapay zekâ, ölçek uyarlama, yapay zeka kullanımına yönelik tutum, geçerlik, güvenirlik
Felsefe / Philosophy
The integration of artificial intelligence (AI) into everyday life is one of the most impactful events in the early 21st century. Users encounter AI either through personalised recommendations from various apps or by directly interacting with it to request tasks or final products. These final products often include aesthetic creations. However, recognising AI-generated aesthetic products as genuine works of art raises several issues for discussion.
In this article, I will claim that the assumption that AI can create artworks has overlooked a significant shift in the history of aesthetics. Since the 18th century, there has been a clear distinction between artisan and artist. The following century brought both the Industrial Revolution and the rise of designers into the scene. In the same century we also witnessed the invention of the camera and the decline of Alberti's principles. Art freed itself from rules and principles that had to be followed. These changes led to art moving away from absolute beauty. Nevertheless, design must adhere those principles to create aesthetic products. This resembles what AI does when generating new images.
The generation of new images clearly follows certain aesthetic rules that are recognisable in a certain society. This turns the final product, generated by AI, into a commodity for people. In these products, people's perspective is directed exclusively towards the object. However, Merleau-Ponty (1993, p. 126) clearly shows that our gaze goes beyond the canvas when we look at a work of art. Thus, if we accept the goods of AI as artworks, we confine perspective to existing aesthetic rules that are merely reproduced by AI. This also leads to a loss of politics ('la politique'), as per Rancière’s (2010, p. 36) concept. As a result, I argue that accepting AI-based products as artworks appears to limit both politics and art, potentially leading to the loss of the aesthetic rules that have existed since the 19th century.
Keywords: Artificial Intelligence, Aesthetics, Design, Art, Artisan.
Özet: OpenAI’nin GPT-3 versiyonuyla sunulan DALL-E, metin girdisi ile görsel temsil üreten bir yapay zeka aracı olarak 2021 yılında tanıtılmıştır. DALL-E’nin çalışma prensibini özetleyecek olursak, öncelikle kullanıcılar tarafından verilen metin açıklamalarına dayalı olarak, metni analiz eder ve anlamını çözer. Bu aşamada metindeki anahtar kelimeler seçilir ve sözcükler arasında bağlantı kurulur. Söz gelimi ‘metal bir gözlük’ metin girdisi örneğindeki gözlük ve metal gibi. Bir sonraki aşamada geniş bir görsel veri seti üzerinde eğitilen DALL-E, bu sözcüklere ait görselleri tarar ve metin girdisiyle uygun olabilecek görselleri bir araya getirerek görüntüyü oluşturur. Metinden/sözcükten görüntü üreten bu araç, metin girdisi ne kadar detaylı ve uygun ifade edilirse o kadar detaylı bir görüntü sunmak üzere tasarlanmıştır.
Wittgenstein’a göre dilin fiziksel nesneleri zorunlu olarak resmedebilmesinin temel koşulu, nesnelerin ve bu nesneleri karşılayan adların mantıksal mekân (Alm. logischen Raum) içinde bulunmuş olmalarıdır. Bu mantıksal mekân nesnenin kurulmasının ve kavranılmasının bütün olanaklarını taşıdığı gibi, içerisinde kurulacak nesnelerin birbirleriyle ne gibi bağıntılar içerisinde olacaklarının da belirleyicisidir. Diğer bir deyişle, Wittgenstein’a göre bütün nesneler olgu bağlamları içerisinde imkânlarla birlikte verilidirler. Aynı imkânlar nesnede olduğu gibi dilde de vardır. Sözgelimi, “gözlük” nesnesi ile “metal olma” özelliğini nesne düzeyinde yan yana getirebiliyorsak eşdeyişle, metalden bir gözlük üretebiliyorsak, aynı şekilde bunu dilde de ifade edebiliriz yani metal olma ile gözlük sözcüklerini yan yana getirebiliriz ve “bu gözlük metaldir” önermesini kurabiliriz.
DALL-E’nin metin/sözcük verisi ile görsel üretme prensibinin kavramsal arka planını Wittgenstein’in resim kuramında bulabileceğimizi düşünerek, bu bağlantıyı tartışmaya açmak istiyoruz.
Anahtar Kelimeler: resim kuramı, DALL-E, yapay zeka, metin girdisi, Wittgenstein
Abstract: Integrating Generative Artificial Intelligence (GenAI) into artistic processes has sparked a profound reevaluation of authenticity, originality, and creative authorship. This study focuses on the public and critical reactions to GenAI art, highlighted by Boris Eldagsen's rejection of an award for his AI-created image—a pivotal example that illustrates the tension between traditional artistic values and the disruptive nature of technology. The research analyzes online commentary and critiques using sentiment analysis to uncover a spectrum of perspectives, ranging from admiration to skepticism, about AI art's ethical and legitimacy issues. The study utilizes a multidimensional framework that assesses the AI design process, the depth of human-AI interaction, and the interpretive reactions of viewers, providing a comprehensive view of how authenticity is perceived and valued in digital artistry. This paper facilitates a structured exploration of whether true art's essence stems from its human origin, the creative process, or the observer's experience, challenging traditional artistic evaluation paradigms. The findings suggest that public acceptance of AI-generated art hinges on evolving narratives that balance technological innovation with traditional artistic values, indicating broader implications for other creative industries. By emphasizing the nuanced responses to AI art and advocating for a framework that recognizes AI's potential while addressing ethical and aesthetic concerns, this research contributes to discussions on AI's role in transforming cultural and creative landscapes. This approach aims to influence future policies and practices in AI's role in creative industries, enriching the understanding of digital creativity.
Keywords: Generative Artificial Intelligence, Authenticity, Digital Artistry, Culture, AI Ethics, Viewer Perception
Özet
Günümüzde alışılagelmiş pek çok kavram değişmekte ve dönüşmektedir. Bunun en önemli etkenlerinden birisinin sanayi alanında gerçekleşen devrimlerle ortaya çıkan dönüşümler olduğu görülmektedir. Sanayide gerçekleşen devrimlerle birlikte Endüstri 1.0, … , Endüstri 4.0 ve Endüstri 5.0 gibi isimlerle anılan kuşaklar ortaya çıkmaktadır. Bugünlerde ise Endüstri 6.0’dan söz edilmeye başlandığı görülmektedir. Halihazırda içerisinde bulunduğumuz Endüstri 5.0 kuşağı ile birlikte gerçekleşmekte olan Dijital Dönüşüm ile ortaya çıkan dijital teknolojiler gibi yaşamın farklı alanları da yeni ve paralel isimlerle anılmaya başlanmaktadır. Yaşam 3.0, Toplum 5.0, İnsan 2.0 gibi kavramlar devam etmekte olan dijital dönüşüm süreci ile yaşamımıza dahil olmaktadır. Dijital Dönüşüm ile birlikte ortaya çıkan dijital etkilenime sahip süreçler Akıllı Teknolojiler olarak da adlandırılmaktadır. Bu doğrultuda Yaşam 3.0 Akıllı Yaşam, Toplum 5.0 Süper Akıllı Toplum olarak da adlandırılmaktadır. Toplum 5.0 yani Süper Akıllı Toplum; Akıllı Teknoljiler ile donatılmış Akıllı Kentler’de yaşamaktadır. Toplumun tanımına bakıldığında bir arada yaşayan canlılar topluluğu olduğu görülmektedir. Yani toplumu insanlar oluşturmaktadır. Toplum 5.0 ile sözü edilen Süper Akıllı Toplumu oluşturan bireylerin de Akıllı İnsan olarak adlandırılması bu kapsamda doğru olacaktır. Tüm bu dijitalleşme ve akıllı dönüşüm süreçlerin maliyetli süreçler oldukları bilinmektdir. Herhangi bir teknolojinin ortaya çıkması, yaygınlaşması, geliştirilmesi gibi aşamalar belirli maliyetleri gerektirmektedir. Toplumun bütünsel olarak dönüşümünden söz edilmesinin yanında toplumun her bir bireyinin bu maliyetleri aşarak söz konusu akıllı teknolojilere en azından standart düzeyde erişebilmesi bu bütünsel dönüşümün gerçekleşmesini sağlayacaktır. Dolayısıyla kolektif bir bilincin ve dönüşümün gerçekleşebilmesi için toplumun tüm bireylerinin, en azından standart düzeyde, akıllı teknolojilere erişebilmesi gerekmektedir. Tüm dünyayı etkileyen bir dönüşümden söz etmekle birlikte bu dönüşümün her bireye eşit düzeyde erişebildiğinden söz edilememektedir. Bu çalışma logaritmik düzlemde hızla gerçekleşmekte olan dönüşümün insana erişimindeki sınırlılıklarına odaklanmaktadır. Bu doğrultuda dönüşümün kolektif olarak gerçekleşebilmesi açısından sürece ışık tutması ve bu doğrultuda bir yol haritasının ortaya konulmasına katkı sunması beklenmektedir.
Anahtar Sözcükler: Endüstri 5.0, toplum 5.0, dijital dönüşüm, akıllı insan
Akademide dürüstlük ilkesinin ve bu ilkeyi ihlal eden belli başlı pratiklerin tanımı ve çerçevesi çoğunlukla net bir şekilde ortaya konmuş olsa da, yapay zeka teknolojisinin yakın dönemde ortaya koyduğu yenilikler neticesinde henüz tam olarak tanımlanmamış, çerçevelenmemiş ve dolayısıyla çok sayıda insan için ciddi kafa karışıklıklarına sebep olan yeni bir fenomen ortaya çıktı: Büyük Dil Modelleri. Büyük Dil Modeli, en başlıcası metin tanımak ve üretmek olmak üzere bir dizi işlevi yerine getirebilen, büyük veri paketleriyle eğitilmiş yapay zeka uygulamalarına verilen genel isimdir. Günümüzde bu modelin en bilinen örneği ise ChatGPT’dir. ChatGPT, gündelik diyalogları sürdürebilen, verilen komutları tanıyıp yanıtlayabilen, dil kontrolü-düzeltmesi yapabilen, ve hepsinin ötesinde görece uzun metinler üretebilen bir yapay zeka modeli olarak gündelik yaşamımıza girmiştir. Bu durum da, elbette, beraberinde bir dizi etik problem getirmiştir.
Bu makale ChatGPT ve benzeri Büyük Dil Modelleri kullanılarak üretilen metinlerin, ödev, sınav, tez veya makale gibi akademik üretimlerde kullanılmasına dair bir analiz ortaya koymayı hedefler. İntihal kapsamına giren eylemler pek çok yerde başka bir yaratıcı öznenin üretimlerini atıf vermeksizin kullanma durumuna işaret etmektedir, fakat alınan içeriğin üreticisi bir yaratıcı özne (örneğin, bir insan) değil de bir makine olduğunda bu tanım zayıflamaktadır. Bir yandan, akademik süreçlerde ilerlemekte olan herhangi bir insanın kendine ait olmayan herhangi bir içeriği kendi üretimiymiş gibi kullanması durumunun akademik dürüstlüğe aykırı olduğu görüşü sezgisel olarak oldukça kuvvetlidir; öte yandan, ChatGPT’nin, akademik üretim süreçlerinde kullanılan diğer pek çok araçtan kategorik olarak ne şekilde farklı olduğunu veya olmadığını felsefi açıdan göstermek için daha incelikli bir çalışma gerekir.
Bu metinde, ChatGPT ve akademik dürüstlük ilişkisine dair belli başlı argümanlar incelenecek ve akademik dürüstlük prensibini korumak adına bir etik çerçeve önerilecektir. Bu yolla, her ne kadar ChatGPT ve benzeri modellere dair daha büyük felsefi problemler güncelliğini korusa da, mevcut muğlaklığın günümüz akademisine verebileceği zararı minimuma indirmek hedeflenecektir.
Anahtar Kelimeler: Akademik Dürüstlük, İntihal, Yapay Zeka, ChatGPT, Etik
Felsefe / Philosophy
Bu bildiride temel bir soruya yanıt aranılacaktır: Gerçekten de askeri işlerde yapay zeka, artırılmış istihbarat, artırılmış savunma ve artırılmış askerlik öğelerini geliştirirken artırılmış bir “askeri zeka” da geliştirmekte midir? Clausewitz’ten Raymond Aron’a temel savaş düşünürlerinin bütün devrim yaratan mühendislik etkenleri karşısında tartıştıkları bu soruya bir ikinci düzey de eşlik etmektedir: Yapay zeka, politik amaçları ve politik kararı ikame edebilir mi? Böylelikle askeri işlerde yapay zekayı ele almak temelde askeri zeka ve politik karar ile yapay zeka öğelerinin (C4I, derin öğrenme, bağlantısallık) nasıl dolayıma girdiğini düşünmekle mümkün hale gelir. Bir yandan giderek gelişen stratejik güvenlik ve savunma öğelerinde rakiplerden geri kalmama üzerine dayalı bir simetri kurma çabası diğer yandan da geliştirilen öğeleri ve yatırımları asimetriye çevirme arzusu. Uydu destekleri, dronlar ve yeni semantik görüntüleme teknikleriyle başlayan RMA sürecinin, artırılmış bir savaş gerçekliği yaratma konusundaki askeri sınai kompleksin desteklediği ideolojisi, tarihsel süreç içerisinde defalarca kez başarısızlığa uğramıştır. Asimetri yaratmanın, simetrik öğelerde ilerleme sağlanmasıyla gerçekleşeceği fikri eksik bir yaklaşım olarak kabul edilebilir. Simetriyi koruma çabası çoğu kez dezavantajlı duruma düşmemek için gerçekleştirilir. Oysa asimetri yaratma temelde askeri zeka ve politik kararı simetri öğeleri içerisinde geliştirmekle ilgilidir. Basitçe Gilbert Simondon’un teknik nesneler konusunda sunmuş olduğu gerilim hatırlatılırsa, kullanıcıları teknik nesneleri nasıl kullanacağına dair yönelimler geliştirmeden, yapay zekaya askeri sınai kompleksin sunduğu anlamları vermek politik başarısızlığı hazırlayacaktır.
Anahtar Sözcükler: Politik felsefe, Carl von Clausewitz, askeri zekâ, politik karar, C4I
Yapay zekanın askeri harekatın karakterini nasıl değiştirdiği güncel bir tartışma konusudur. Halihazırda birçok ordu yapay zekanın imkanlarını muharebe sahasında avantaja dönüştürmenin yollarını arıyor. Ancak bu arayış hem komutanlığın felsefesini hem etik tartışmasını da beraberinde getiriyor. Bu sunumun amacı mevcut tartışmalar ışığında yapay zekanın ordular ve özellikle komuta kademesi üzerindeki muhtemel etkilerini incelemektir. Artık “insan komutanlar” gibi tabirlere rastlıyoruz. Karar verme sürecinde binlerce veriyi inceleyip emir verebilen yapay zekâ, komutanların bir alternatifi olarak öne sürülmektedir. Buna karşı olanlar ise yapay zekanın komutanlık görevini üstlenemeyeceğini iddia etmektedir. Bu bildiride ise askeri karar verme süreçlerinde yapay zekanın kullanılmaması gibi bir seçeneğin pek de kabul edilebilir olmadığı öne sürülmektedir. Kısaca yapay zeka komutanları destekleyecek, çünkü gelişmiş sensörler ve uydu teknolojileri bir araya geldiğinde milyonlarca veri toplayabilmektedir. Ama sadece insanlardan oluşan bir karargâhın bu kadar veriyi hızlıca işleyerek komutanın kararına yardımcı olacak bir şekle sokması zor görünüyor. Dolayısıyla geleceğin savaşçı komutanlarının entelektüel birikiminin yapay zekadan yararlanabilecek seviyede olması gerekmektedir.
Bu mesele ile bağlantılı olarak yapay zekanın etik boyutu da tartışılmaktadır. Komutan sorumluluğunun hiçbir şekilde devredilemeyeceği göz önünde bulundurulduğunda ortaya çıkacak istenmeyen sonuçların komutanlığı ve genel olarak askerlik mesleğini aşındırma riski vardır. Bundan dolayı askerler hem mesleki değerlerini korumak hem de gelişmelere ayak uydurma baskısı altında kalmaktadır. Bu ikilemin ne şekilde dengeleneceği askerliğin meslek olma vasıflarını da belirleyecektir.
Anahtar Sözcükler: Yapay zeka, askerlik mesleği, insan komutan, komutanlığın felsefesi
Bildiri, yapay zekanın muharebe sahası ve savaşa dair etkinliği daha gerçekleşmeden popüler kamuoyu ve akademide kabul edilmiş ve sanki savaşı daha iyi bir yere taşıyacağı düşünülen “yapay zekanın savaşta kullanımının etkinliği arttıracağı” argümanını sorgulayacaktır. Bu sorgulamada ortaya çıkan en net soru, yapay zekanın umulduğu gibi muharebe sahasına hakim olduğu bir savaş tipinin, savaşın öznesi ve nesnesi olan insanı, sadece bir nesneye çevirmesinin, savaş etkinliği açısından iyi olup olmadığıdır.
Teknoloji odaklı savaş yorumunun kuvvetlenmeye başladığı 19’uncu yüzyıldan itibaren varolan ve gücünü arttırarak sürdüren “savaşın sadece/yüksek oranda teknolojiyle kazanılacağı” argümanı, tarihsel süreçte kendisini eritmiş olmasına rağmen, aynı argüman yapay zekanın “gümüş kurşun” olduğu iddiasını yinelemektedir.
Bildiri, yapay zekanın muharebe etkinliğinde artışa yol açacağını önkabul almaktadır fakat savaşın sonucuna yönelik etkisinin sanıldığı kadar önemli olmadığını savunacaktır. Antoine Hénri de Jomini’nin rüyasını gerçekleştirecek yani muharebeleri hesaplamalar ile kağıt üstünde kazandırabileceği düşünülen yapay zeka, sürtünmenin had safhada olduğu savaşın kazanılmasında ne kadar etkili olabilecektir?
Bu bağlamda bildiride muharebe etkinliği ve savaş etkinliği ayrımı yapılacak, savaş etkinliğine dair yapay zekanın olası çıktıları tartışılacaktır. Ana argüman, yapay zekanın ulaşabileceği nihai noktanın, Tet Saldırısı’nda olduğu gibi muharebe boyutunda başarı fakat stratejik boyutta başarısızlık olacağı yönündedir. Bu noktadaki önemli ayırım, askeri yetenekler ile politik aklın ayrılmasıdır. Yapay zekanın askeri yetenekleri kuvvetlendirilebileceği öngörülürken, belirsizliklerin alanı savaşlarda, paradoksal düşünceye yani aynı probleme hem evet hem hayır diyebilecek politik akla, yapay zekanın sahip olması zor gözükmektedir.